Tuna, cep telefonundan twitter güncellemelerine bakacaktı. Bir SMS geldiğini gördü. Pelin. Dişlerinin dudaklarını ısırdığını fark etmedi bile. Yine öfke yüzüne kan renginde hücum etti.
Görsel: tj.blackwell | Creative Commons lisansı ile kullanılmıştır.
“Başım dertte Tuna” yazmıştı. “Bu defa çok büyük dertte kaçırdılar beni. Öldürmek istiyorlar. Tepede harabe bir ev vardı ya oraya kaçırdılar beni. Yalvarırım yardım et” Aslında mesajdaki kelimeler aceleyle yazılmış gibi harfleri eksik, çarpık çurpuktu. Ama okurken anladığı buydu.
“Allah belanı versin!” diyerek sinirle yatağına attı telefonu. “Bu kadından kurtuluş yok mu Allah aşkına. Bir huzur yüzü göremeyecek miyim?”
53.000 lira. Tam elli üç bin lira. Piyasayı dolandırdığı yetmediği gibi herkese onun cep telefonunu vermişti. Günlerce insanlara dert anlatmıştı. Ayrıldıklarından beri altı aydır Pelin yoktu meydanda. Demek ki sonunda belasını bulmuştu… “Allah cezasını versin” dedi yine yüksek sesle.
5 dakika boyunca kafası ellerinin arasında aşağı doğru eğilmiş halde oturdu. Ne yazık ki onu çok sevmişti. Halen seviyordu. Gamzeleri çok güzeldi. Saçlarının uçuşması, o dertsiz gamsız hali. Pelin çok güzeldi. Zaten insanlardan borç almayı böyle kolayca başarması da bundandı.
Mesajı yine açıp okudu. “Madem kaçırıldın bunu nasıl yazdın?” Dedi kendi kendine. Telefondaki numarayı tanımıyordu. Belki de kaçıranlardan birisinin telefonuydu bu. Pelin’e ulaşabileceği tüm telefonlar iptal edilmişti. Elbette alacaklılardan kaçmak için taşınmıştı da. Pelin onu terk etmişti. dile getiremese de olan buydu.
Sonra montunu giyer bir halde buldu kendini. Arabanın anahtarını çevirirken radyoda bir Kıraç şarkısı çalıyordu. Silecekler belli belirsiz gidip gelirken gecenin ışıkları ön camda dansediyordu.
Tepeye vardığında hava buz kesmişti artık. Elleri cebinde arabadan indi. Sırtında tabancası, sertçe dürterek artık çekilmesi gerektiğini fısıldıyordu. Polisi aramamıştı. Çünkü polis zaten Pelin’i arıyordu. Tutuklanmasını istemiyordu kadının.
Bulutların belli belirsiz gölgeleri içinde, uzaktaki metruk ev kabuslardan çıkmış gölgelerle kaplanmıştı. Tuna korkuları olan, hayaletlere inanan tiplerden olmadığı için annesine belli belirsiz teşekkür etti. Annesi delice denebilecek düzeyde korkusuz bir kadındı. Gençliğinde iddia üzerine üç gece mezarlıkta tek başına uyumuştu. “Bazı şeyler soya çekiyor” diye mırıldandı.
Eski evin ahşapları rüzgarla gıcırdarken kapının önünde bir an durup nefesini verdi. Ağır ağır zorladı ve kapı açıldı. Eğildi. Geceyi dinledi. İçeride birileri varsa kapı sesini duymuş olmalıydılar. Pek tedbirli hareket etmiyordu. Silahın metal soğuğu avcuna güven vermek yerine tuhaf iğreti bir his aktarıyordu. Dizlerinin üstünde ilerledi. Duvarlarda karalanmış yazılar insanoğlu doğduğundan beri üretilmiş binbir zırva ile doluydu. Benliklerinin varlıklarını küfürlerle ispat etmeye çalışan bir kaç sefil buradan geçmişti. Yerlerde köpek pislikleri gördü. Sonra ani bir kıpırtı ile kalp atışları hızlandı. Parlak gözleri ile bir kedi yanından geçip gitti. Biraz daha bekledi. İç odada -herhalde bir zamanlar bir aile burayı salonları olarak kullanmıştı- içilip kırılmış şarap şişeleri ve yakılıp külleşmiş tahta kalıntıları vardı. Her yer pislik ve toz içindeydi.
Onun gelişi ile çatıya yakın bir yerde yuva yapmış olan kuş hafifçe guruldadı.
Sessizlik… Tamamen sessizlik.
Pelin yoktu. Dalga geçmişti karı. Resmen dalga geçmişti. Sunturlu bir küfür savurup silahı tekrar beline yerleştirdi. Ardına bile bakmadan öfkeyle kapıya tekmeyi bastı ve dışarı çıktı. Soğuk rüzgar gözlerini yaşarttı. Hem hıncından, hem özleminden ağlamaya başladı.
Tuna bir kaç çift laf söylemek için Pelin’in ablasından sonunda telefonunu almayı başardı.
“Neden arıyorsun beni?” dedi Pelin’in telefondaki metalik sesi. Nedense yabansı ve uzaktı.
Tuna öfkeyle bağırdı. “Sen! Gerizekalı! Bir de aptal yerine mi koyuyorsun beni. Yok kaçırılmışmış yok öldürülecekmiş. Sakın bir daha gözüme gözük-…”
Pelin aniden patladı. “Ne diyorsun be! Asıl sensin gerizekalı! Bunları söylemek için mi aradın beni? Ablam telefonumu istediğini söyleyince, ben de özür dileyeceksin sandım.”
“Ne özrü? Ne özrü! O alacaklılar, beni neredeyse hastanelik edecekti. Ne özüründen bah-”
Pelin sinirden titreyen bir sesle “Paragözsün sen. Bana yardım etmedin, o borçları verebilirdik paran vardı halbuki. Şimdi kaçıp duruyorum polisten.” diyerek yakındı. Ses tonu Tuna’ya nedense kırımızı ışıkta arabaya yapışıp kağıt mendil satmak isteyen sokak çocuklarının verdiği huzursuzluğu hatırlattı. Hem yardım etmek istersin, hem de yanlış olduğunu bilirsin ve bir şekilde kendini suçlu hissetmeni sağlarlar…
Tuna, elini saçlarından geçirdi. Bir kaç tel parmaklarına takılıp koptu. Aşağı düşerlerken dalmış bir sesle “Çıldırmışsın sen, toptan çıldırmışsın. Suç bende zaten, senin zırvalıklarını dinliyorum” diyerek Pelin’in suratına telefonu kapattı. İki saniye sonra Pelin telefonu ısrarla çaldırdı ama açmadı. Üç saat sonra yine aradı ama açmadı. SMSle görüşmek istediğini söyledi ama cevap yazmadı.
Bitmişti. O kadardı her şey. Bir kez daha ne denli aptal olduğunu görmüştü. Gamzeleri varmış falan hikayeydi. Kız hem sahtekar, hem dengesizdi.
Böylece olayı zamanla unuttu. Günler günleri izlerken Ayten adında harika bir kadınla tanıştı. Soğukkanlı bir İnsan Kaynakları uzmanıydı. Aile terbiyesi almış harika bir insandı. İlk kez evliliği düşünmeye başlamıştı genç adam. Ayten, ona “ele alınması gereken bir kariyer planı” edasıyla yaklaşmış ve ustaca kendisini mutlu etmeyi hayatı neşeli yaşamayı öğretmeye başlamıştı.
Tuna, sabahın erken saatlerinde çalan telefonla uyandı. Ayten heyecanlı bir sesle “Sarıyer’deyim. Atla taksiye gel. Harika bir hava var. Uzuun bir branch yapalım” dedi. Tuna “Branch değil Türkçe katili” diyerek takıldı. “Saat kaç?” dedi Ayten duraksamadan “8’i 12 dakika 10 saniye geçiyor ekselansları.”
“Tamam” dedi Tuna
Hemen banyoya gidip bir duş aldı. Traş oldu. Süratle giyindi. Kapıdan çıkarken gazeteyi gördü. Görevli kapıya bırakmıştı. Montu parmakları arasından kaydı. Dudaklarından kan gelecek kadar sertçe dişlerini geçirdi.
Ana manşetteydi Pelin. “Hunharca öldürülen kadın, işkenceye dayanamadı”.
Fotoğraf tepedeki o evi gösteriyordu. Kırık şarap şişelerinin arasında Pelin vardı. Elinde ise bir cep telefonu ve göndermeyi başaramadığı SMS mesajını polis çözmeye çalışıyordu. Mesaj “Başım dertte Tuna” diye başlıyordu….
Süleyman Sönmez
08 Ocak 2009 (Yeniden yazılış)
Bu hikayenin gerçek kişi ve olaylarla bir ilgisi yoktur. Tamamen kurgusaldır. Tüm hakları yazara aittir.