Lafı dolandırmadan acı gerçeği tek seferde söyleyeceğim. Kaliteli bloglar birer birer kapanıyor ve durgunlaşıyor. Geriye kalanlar ise dikkat çekebilmek için işi PuCCa klonu olmaya götürüyorlar. Çünkü insanları twitter ve Facebook’tan çıkıp sitelerine gelmeye ikna etmek zorundalar. Bir dostum bir yazı yazdı. Türkiye’nin en büyük forum sitelerinden birisine, bir kullanıcı bu yazıyı kendisi yazmış gibi kaynak vs. vermeden ekledi. Arkadaşım itiraz etti. Forum yönetimi ise ilgilenecekmiş gibi cevap verdiler. Ancak  yaptıkları dostumun şikayetini silmek ve kopya yazıyı yayınlamaya devam etmek oldu.

Lafı dolandırmadan acı gerçeği tek seferde söyleyeceğim. Kaliteli bloglar birer birer kapanıyor ve durgunlaşıyor. Geriye kalanlar ise dikkat çekebilmek için işi PuCCa klonu olmaya götürüyorlar. Çünkü insanları twitter ve Facebook'tan çıkıp sitelerine gelmeye ikna etmek zorundalar. Blog Yazarlarına Hem Avukat, Hem Delikanlı Okur, Hem de Reklam Ajansı Gerek!

Görsel: Los Angeles Personal Injury Attorneys | Creative Commons lisansı ile kullanılmıştır.

Bu bir ilk mi? Hayır değil. Her yazımın altında, “Bu yazıdan alıntı almadan izin alın, lütfen bana sorun. Creative Commons nedir öğrenelim” dememe rağmen en son baktığımda 5000’den fazla sitede, blogda, forumda sitemden izinsiz alınmış içerik olduğunu tespit ettim. En ünlülerini uyararak işe giriştim.

İki hafta önce, yeni açılmış bir sitenin fotoğrafçılık kategorisindeki yazılarını yine Güneşin Tam İçinde’den itinayla ve tümüyle(!) ayrıca kaynak da belirtmeden aldığını gördüm. (Site sahibi sert ve yasal uyarılarım sonrasında yazıları kaldırdı.) Acınacak bir şey. Bir site açmak, kitap yazmaya benzer. Şu an kitapçılarda, kütüphanelerde var olan bir klasiği diyelim “Sefiller” romanını içimizden birisi alıp kendi ismiyle yayınlatsa ne deriz, nasıl güleriz?

Durum aynı. Ama toplumumuzun bir bölümü  halen bilimsel alıntıyı, edebi alıntıyı anlamıyor.  Bir yazıyı beğendiyse, gidip isteği yere yapıştırabileceğini hatta gelenlere teşekkür edip, “Her zaman yazarım kardeşler, Facebook sayfama abone olun” demeyi normal sayıyor. Ama değil.

Son 5 yıldır blog dalgası Türkiye’de güçlü esiyor. Daha nitelikli yazılar işin uzmanları tarafından yazılıyor. Elbette kitap olarak basabilirler yazdıklarını.  Ama bunun peşine düşmüyorlar. Elbette gelir elde edebilirler ama öncelikli olarak bunun derdinde değiller.  Bu sitenin yayınında olduğu gibi yazarın zaten bir mesleği ve geliri var. Yayınevi yayınevi gezmek, okuru bulmak kolay değil. Basın sizi pohpohlamadıkça öne çıkmak kolay değil. İstediğiniz kadar iyi yazın. Sonuçta blog yazarları sadece yazıyorlar ve paylaşıyorlar.

Tek istedikleri o yazıyı yazdıklarının bilinmesi. Hava atmak için mi? Hayır değil. O yazıyı okuyanlarla temasa geçebiliyorlar. Sorularını cevaplayabiliyorlar. Gerekirse gerçek dünyada biraraya gelebiliyorlar.

Bilgi yayılırken, formu bozulduğunda olan, kahve fincanında kola içmeye çalışmaya benziyor. Tamam içerik aynı, bilgi aynı ama tad aynı değil. Sizin sitenizdeki kullanılan renkler, fotoğrafların dizilimi, yazı büyüklüğü ve yorum sahaları bile düşünülmüş ve özenle tasarlanmış iken yapıştırıldığı forum sitesinde şekilsiz çirkin bir hale geliyor. Tam bir karmaşa.

Sonra birisi bir soru soruyor, forum sitesinde bilen bilmeyen cevap yazıyor. Sayfalarca oku da oku. Oysa o yazının yazarı,  o konunun uzmanı ve soruya düzgün, işe yarar bir cevap verebilir.

Peki ne yapılmalı? Bir yazıyı beğenen sadece bir paragrafı alıp kopyalamalı. Demeli ki “Ben şu konuda çok güzel bir yazı buldum. Devamını şu siteden okuyun.” İşte sorun çözüldü. Hem paylaşmak isteyen paylaştı, hem yazarın hakları korundu.

Yine bir örnek vereyim. Google belli günlerde logo yapar. Siz o logo hakkında yazmışsanız -diyelim Dünya Günü olsun bu- o gün logoya tıklayanlar Google’da ilk çıkan sitelere girip konuyu okurlar. Böylece o gün size piyango vurur ve binlerce okurla buluşursunuz. Başıma gelen bir olayda bir gazete hiç utanmadan Dünya Günü yazımı kopyaladı, hem de o gün. Google PR değeri yüksek olduğu için ilk sırada çıktı. Yazılı başvuru ile öğlen saatlerinde zor bela yazımın yerine, yeni yazı yazdırtmayı başardım. Elbette binlerce potansiyel okuru kaybettim.

Gelelim işin özüne, aslınde blog yazarları ne yapmalı? Bir avukatımız olmalı.  Blog yazarı arkadaşım. Burada sana sesleniyorum.

Ona olayı anında bildirmeliyiz. O da ekran görüntülerini Noter huzunda çıktı almalı.  İki sitedeki içeriğin aynılığı belgelemeli ki çalan site dava açılınca değiştiremesin. Sonra davayı açıp çatır çatır tazminatımızı almalı. Hiç üşenmeden binlerce siteye bunu yapmalı. Yapmalı ve bu duyulmalı. Kopya içerikle binlerce okuyucuyu aldatanlar kendilerine çeki düzen vermeli. Bundan beş yıl önce “Davadan önce uyarmalı” diyordum ama geçen yıllar içinde bazı site sahiplerinden gelen pişkin cevaplar artık kanunun uygulanması gerektiğini gösteriyor. Cezalar kesilmeli.

Peki biz orijinal yazının sahibi olduğumuzu nasıl ispatlayacağız? Şöyle: Tasdix veya Sahiplen sitelerinden birisine üye olup yazılarımıza zaman damgası vuracağız. Çalındığında ise zaman damgalı yazıyı delil olarak sunacağız. Gerek noter huzunda ekran çıktısı ile aynılığı tespit ve bu işe yarar. Ücretsiz alternatifler de var. (Örneğin http://myfreecopyright.com ) Ülkemiz hukukunda bu ücretsiz alternatiflerin geçerliliklerinden tam emin değilim. Mahkemede atanacak olan bilirkişinin bilgi düzeyi burada çok önemli. Her bir yazıya zaman damgası vurmak yerine tüm veritabanı Word dokumanı veya Acrobat PDF gibi bir metne çevrilip, tek bilgisayar dosyası olarak da damgalanabiliyor. Bir diğer yazımda bunun nasıl yapıldığını anlatacağım. (Yazıya Sonradan Ek: Bahsettiğim yazıyı yazdım Şuradan tıklayarak okuyabilirsiniz. http://www.gunesintamicinde.com/websitenizi-kitap-formuna-nasil-cevirirsiniz-blogkitap )

Evet bu avukat bizim ortak temsilcimiz olmalı. Unutulmamalı ki, müzik eserleri üretenler senelerce lisans sorunları ile boğuşurken ve korsan kaset ve yayından yakınırken, kurdukları meslek temsilcilikleri ile hazırladıkları içeriği toptan satmayı ve kaçak kullanan siteleri kapatmayı başardılar.

Site kapatmalarından hiçbirimiz hoşlanmıyoruz. İşin doğrusu, siteleri uyarıp para cezasını alıp o yayını kaldırtmak, kaldırmıyorlarsa dava etmek.

Bazı durumlarda ise  dava açılırken elde edilen reklam gelirinden de pay istenmeli. Mesela izinsiz kullanılan fotoğraf bir dergiye basılmışsa, bir içeceğin ambalajında kullanılmışsa iş işten geçmiştir. Çalan firma çoktan bundan kar elde etmiştir. Artık satılmış bir dergide temyiz çok anlam ifade etmez bedeli de alınmalıdır.

İlk paragraftaki yazısı çalınan site yazarı dostumuz bir projesini yeterli reklam geliri elde edilemeyince bıraktı. Çok güzel fotoğrafçılık yazıları yazıyordu. Olan merak eden okuyucuya oldu. Yazıyı çalan forum ise her ay reklam gelirlerinden ihya oluyor.

Blog yazarlığını elbette dün ne yediğinizi yazmak için de kullanabilirsiniz. Bir çoğumuzun bir de böyle kişisel siteleri var.
Mutlaka kültür, sanat, derin konuları yazmak şart değil. Ama adamın birinin, sevdikleriniz hakkında yazdığınız güzel şeyleri alıp, kendisi yazmış gibi anlatmasında da bazı psikolojik sorunlar görüyorum. Bir yerde kopyalamak, kopyalayan kişinin kendisini değersiz olarak gördüğünü haykırması değil mi?

Ne acıklı ki kendi hayatında yaşadıklarını, mesleğini, etrafındaki insanları düzgünce anlatsa, binlerce okuru olabilecek insanlar bu çalıp çırpma işlerini yapıyor.

Bilişim hukukundan anlayan bir avukatın, kazanılacak tazminattan pay alma karşılığında blog yazarlarına ve orta ölçekli haber sitelerine hizmet vermesi gerekli.

Kendi adıma sitemden izinsiz içerik alan 5000 siteye tek tek dava açacak, bu davalara gidecek halim yok.

Bu iş gerçeğe dönüştüğünde en çok okura yarayacak. Bir şey aratınca tavşanın suyunun suyu aynı konunun bin tane kopyası yerine orijinallerini görecek. Kopya içerikli siteler erimeye başlayacak.

Sevgili Google’ım Sondan bir Önceki Sözüm Sana

Bu kadar senedir yazıları indexliyorsun ama halen güvenilir bir zaman damgası hizmeti sunmadın. Oysa içeriği oluştuğu anda indexleyen sensin. Halen kopya içeriğin orijinal siteden üste çıkmasını engelliyemiyorsun. Zaman damgasını bir yerde görmemiz lazım. Google Türkiye’den birisinin bunu önermesi gerekli.

 

Son sözüm reklamverenlere!

Reklam kampanyası için bir ajans ile anlaşıyorsunuz. Bütçenin bir kısmını geleneksel medyada gazete ve dergide reklam yayınlarken, bir kısmını Facebook ve Google Adwords reklamlarında kullanıyorlar.

Peki ya içeriği kaliteli, orijinal bloglar? 25 bin satan bir dergi bunu övünerek söylüyor ve sayfalarına istediği kadar reklam alıyor. Ya bloglar?

Bir çoğumuz bu rakamların çok üstünde insana ulaşıyor. Bu site her ay 100 bin civarı sayfa gösterimi yapıyor.

Ajansınıza sordunuz mu? “Bizim ürünümüz ve hizmetimize uygun bloglara reklam verdiniz mi?” dediniz mi?

Blogları kapsayan ve onları ayda 50 TL ellerine sıkıştırıp, aptal yerine koymaya kalkmayan, adam gibi bir reklam şebekesi arayışı halen sürüyor. Google reklamları Türkiye’de sadece Google’ı zengin ediyor.

Blog yazarı dostlarımdan  yazımda gördükleri eksiklikleri ve bu işin nasıl yapılacağı üzerine fikirlerini bekliyorum.

 

TAKİP İÇİN HARİKA BİR ZAMAN! ŞİMDİ!