Saat gecenin 3’üydü. Telefon çaldı. Of!! Kalkarken ayağımı çarptım. Telefondaki ses ürkmüştü. “Lütfen çabuk gelin! Parası neyse veririz.
“Para önemli değil hanımfendi, olayı anlatın”  dedim.

Çığlıklar atıyor. Derisi…” ağlamaya başladı. “Hanımefendi,isminiz nedir?”
Mak.. Makbule
“Lütfen ağlamadan anlatın ve hızlı olun.” Derin bir nefes aldı. Sesi titriyordu. “Derisinde o lanet markanın izleri çıktı. Geçmiyor… Çığlık atıyor.

Aniden arkadan gelen sesle ürperdim…. İsmimi haykırıyordu. “Seni de alacağız güneşli pislikkkkk…” İş ciddiydi. Telefonu kapattım. Süratle çantamı hazırladım. Arabama koştum. Ön camın üzerinde aynalardan tersten de okunacak şekilde “narakıÇ akraM! kraMroxE” yazıyordu.

Eve ulaştığımda gecenin sessizliği kanınızı donduran bir soğukla birlikte üzerinize üzerinize geliyordu. Kapıyı telefondaki kadın açtı. Gözleri kıpkırmızı idi. Elinde bir dua kitabı vardı. Uzanıp kolumu tuttu. Gözyaşlarına boğuldu. “Tamam” dedim. “Tamam hepsi geçecek. Ne zaman başladı?”

“Kızım yazma dedim. Dinlemedi beni hiç dinlemez ki. Ne güzel okurların var. Yazıların ne güzel, bu şeyleri yazma dedim…”  Bakışlarımdaki acele edin uyarısı ile kendine geldi. “O paket gelince oldu. Her şey o zaman başladı”

“Paketi görebilir miyim?” Getirdi alalede bir reklam kutusu idi. Şu bloggerlara gönderilenlerden. Soloman Kayne romanlarından bir sahne belli belirsiz aklıma geldi. Dost görünen düşman….

Kutuyu bıraktım. Önce çevreyi temizlemeye kararlıydım. Standart rutin işlemlere başladım. “Tüm markaları sökün” dedim. Kadın hayretle baktı.

“Makbule Hanım. Kızınızın yanına gitmeden evdeki tüm markaları sökmeme yardım edin. Sökemiyorsanız üzerini şu bantlarla kapatın.”
Marka söndürücü bantları uzattım ona. İşte tam o anda ilk kez kızın sesini yukardan duydum. Çığlığı tüm blog yazarlarının tüylerini ürpertecek kadar keskindi. “Googgggle’dan silinicesi, RSSleri sıfırlanaacasııııı, Def ol git burdan, o bizimmmmm, defolllllll”

Kafamı salladım. Senin gibi nicesini gördüm marka. Seni de defedeceğimi birazdan göreceksin.

Annesi birazdan yanıma geldi. “Söktüm hepsini” dedi. Biraz da kırgın gibiydi kadın. Özellikle LCD TVnin övündüğünü sezdiğim markasını silerken eli titremişti.

“Bana bir ayna bulun.” Boy aynasını getirdi. Çantamı açtım. İçinden kutsal blogger etiğinin 44.444 kez zikredildiği özel suyu itinayla çıkardım. Sonra aynayı onunla sıvadım.

Tekrar çantaya yöneldim. Rekkllamcılar üst kurulunun logolarını taşıyan logoları odasının dışına yapıştırdım. RTTÜK logosu kalmamıştı. Canım sıkıldı biraz. Ama markanın TV reklamları henüz yayınlanmamıştı zaten. Önce bloggerlara kutular gelmişti. Şansım vardı. Sonra kadına döndüm. Gözlüklerimi çıkardım. Gözlerinin içine ruhuna seslendim

“Ne duyarsanız duyun, odaya girmeyin. Anladınız mı? Odaya girmeyin!”

Kadın tekrar ağlamaya başladı. Elini tuttum. “Korkmayın. İyilik bizimle. Sevgiyle her şey çözülecek.”

Odanın kapısını açtım. Kenardaydı. Başını öne eğmiş, uzun saçları önünde duran notbookun ışığında parlıyordu. Sitesine bir şeyler yazıyordu. Sessizce bekledim.

Sonra ezberimden “Blogger amentüsü”nün girişini yükse sesle söyledim. “1- Sevdiğim için yazarım.”

Aniden kafasını kaldırdı. Korkunç bir çığlık atarak havaya sıçradı. Derhal ellerimi havaya kaldırıp bağırdım. “FriendFeed, Facebook, Twitter ve like’ın gücüyle emrediyorum marka. Sosyal Medyanın gücüyle. Geri çekilllllllll!”

Havada görünmez bir şeye çarpar gibi titredi veyere düştü.

Sonra başını kaldırdı. Kikirdiyordu. Tüylerimin diken diken olmasını engelliyemiyordum. “Aslında sen de istiyorsun. Kıskanıyorsunnnn değğğil mi? Sana da gelmesini istyorsunnnn kutularınnn. Eğlencelerin ve hediyelerinnn değil miii? Hehihihheeie”

Blogger amentüsünün ikinci maddesiyle cevap verdim. “2-Yazdığımda doğruyu söylerim.”

Sinirle ellerini havaya kaldırdı. Kollarında beliren o markanın stigmatalarına üzüntüyle baktım. Gencecik güzelliği, markayla damgalanmıştı.

Bakışlarımdan öfkeye kapıldı. “Ben önemliyiimmmmm marka beni çağırdııııı”

Amentünün ilk maddelerini hızla geçtim ve 11. maddeyi okumak için ayağa kalktım. Sesimin tüm gücüyle haykırdım:

“Markaların kölesi olmam, bir ürünü tanıtmayı özgürce istiyorsam cebimden parasını verir alır param yoksa arkadaşımdan ödünç alır ama organik bağ kurmadan özgürce incelerim.”

ve ardından 12. madde geldi…

“Bir tanıtıma lansmana katılabilirim. Bilgi almak öğrenmek doğamda vardır. Ama lansmana katıldığımda hediye kabul etmeme hakkımı korurum. Bilirim ki borçlu insan bağlıdır. Dilimi ve elimi insanlara olan sevgim dışında hiçbir şeyin bağlamasına izin vermem.”

Aniden aynayı tutup havaya kaldırdım. Daha önceki markalar gibi o marka da bunun sonu olduğu anladı. Umutsuzca kızın gözlerini kapatmaya çalıştı.

Haykırıyordu. Sesi kulaklarımı sağır edecek bir tizlikte gırtlağını parçalıyordu. Tırnaklarını kolundaki marka stigmatalarına geçirdi.

“Googgggle’un ve Yorum yazanların gücüyle marka geri çekil. Bu kızı terk et. Onun ruhundaki kirli izini çek. Onun sevgisine bağlı olanlar onunla konuşurken, onun ağzından konuşmayı, sana men ediyorum! İnsanlığın, dostluğun ve dünyadaki tüm bebeklerin masumiyetiyle geri çekil…”

Aynada birden kendisini gördü. Birden gözleri değişti. Haykırışları yerini titremeye bıraktı. Sonra bayıldığını fark edip, aynayı hemen bırakıp düşmeden yakaladım. Bedeni kollarımdaydı ve o iğrenç stigmata kaybolmuştu.

Sonra onu alıp dışarı çıktım. Annesi koşarak sarıldı ona. Sonrada bana. Para uzattı. Gülümsedim. “Bir daha gelirim. Bunun yerine bana bir kek yaparsınız. Keke bayılırım.” Gözlerimiz yaşardı.

Sevgimiz, içimizden gelen dürüst ses kazanmıştı. Sevgimizin üzerinden bize uzanan karanlık geri çekilmişti.

Dışarı çıktım. Arabamın tepe ışıkları yolu aydınlatırken dilimde Arizona Dream’in “A fish knows everything” şarkısı vardı.

* Bu yazı blogkürenin acıklı yol ayrımında gelecek günlerde blog dünyasına olan güvenin devam edebilmesi ve kaleme olan sadakat için yazılmıştır. Hikayenin atıfta bulunduğu konuları daha iyi görmek için okumadıysanız aşağıdaki konuları da öneririm.

Blogger Manifestosu
Markaların Blogger’ının Bir Günü

TAKİP İÇİN HARİKA BİR ZAMAN! ŞİMDİ!