Ahmet, sevgilisi Selin‘in Videoback sitesindeki sayfasına girdi. Saatinin havada oluşturduğu holografik görüntüde “Şimdiye bak” seçeneğini gözleriyle işaretledi. Sistem hızla sordu. “Krediyle mi ödersin, reklam görmeyi mi kabul edersin?”, “Reklam” dedi Ahmet. Sonra Taksim kameraları hızla Selin’e odaklandı. Yanında Ayça ve Pelin vardı. Sistem yeni bir opsiyonu sordu. “Konuştuklarını işitmek ister misin?” “Evet” dedi dudaklarını ısırarak Ahmet.
Sistem kısa bir an durakladı. “Selin, üyelik sözleşmesinde dinlenmeyi engellememiş ancak Pelin engellemiş, konuşmadaki Pelin’in cümlelerini süzerek vereceğimiz için Videoback özür diler.”
Bir süre dinledi, sıkıcı şeyler. Aktif fotosentez temelli yosun bakım kürleri ve kolda ekilen genlerle çıkarılan moda makyaj organlar. Ayça kolundaki “yaşayan ikinci burnunu” gösterdi. Kızlar hep beraber kıkırdadılar. Bir hafta içinde düşecekti. Sonra istediği başka bir organı ektirecekti.
Sonra Sistem kapanmak üzere olduğunu, ya yeni bir reklam görmesi gerektiğini ya da kredi ile ödemesini hatırlattı. Ahmet hemen bir reklam daha izledi. Yeni çıkan ayakkabılardı bunlar. Siz üzerine bastıkça ayak tabanınızdan aldığı kök hücreleri çoğaltıp arttırıp kan damarlarınıza mikronik iğnelerle salan ve kandaki oksijeni arttıran harika araçlardı bunlar.
Birden aklına rakip firma geldi Ahmet’in. Kıskanıyordu Selin’i. Teknoloji bu kadar gelişmişti ama insan olarak hep şüpheleniyordu. Rakip izleyici firmaya QuantSite‘ye girdi. PHoogle‘un QuantSite‘ı alacağı söylentileri hologram saatlerde geziyordu. Harika bir siteydi bu. Daha “Selin…” diyemeden QuantSite’ın yapay zeka sistemi bilgisayarındaki kayıtları hackleyerek Videoback‘te Selin’i izlediğini öğrendi. Muhteşemdi bu hizmet. Kim saklamak isterdi ki zaten böyle bir şeyi. Eskiden “cookie” denen aptal kodlar olduğunu duymuştu ama şimdikiler tüm tepkilerini içeriyordu. Sitede gezerken gözleri nereye baktı, özellikle nerede kalp atışları hızlandı, neler istedi vs. vs.
Böylece QuantSite süratle Selin’i buldu ve başka hiçbir sitenin veremediği bilgileri dökmeye başladı. İnsanların düşünürken elde olmadan titreyen gırtlaklarındaki ses tellerinin hareketlerini ve beyinsel enerji alanlarını gözleyerek neler düşündüğünü sese çeviriyordu sistem ve hayalleri de imajlara.
Ahmet birazdan çökecekti. Çünkü Selin, Ayça’nın sevgilisine aşık olmuştu ve bunu Ahmet’e nasıl anlatacağını düşünüyor ve hırçınlıkla Ayça’yı nasıl aradan çıkaracağını hesaplıyordu.
(Yukarıdaki senaryo tamamen hayal ürünüdür. Firma isimleri makalenin yazıldığı tarihte gerçekte yoktu. Eğer zaman içinde bu firmalar kurulursa, oluşabilecek isim benzerlikleri tesadüften ibarettir. Yazıda geçen buluşların, bir kısmı yapım aşamasında, bir kısmı fikir olarak bile bulunmamıştır. İlk kez anlatılan buluşların fikir hakları yazara aittir.)
ÖZEL HAYAT HAKKI
Muhabir elinde mikrofon, ardında kameraman koşarak vatandaşları sıkıştırıyor. “Kime oy vereceksiniz hanımefendi?” Kadın irkiliyor, kamera baskısı korkunç. Gayri ihtiyari cevaplıyor. Olmadı! Cevap muhabirin kanalının desteklediği parti değil. Hırçın ve azarlayan bir sesle soruyor adam yine. “Neden! Neden o partiye oy veriyorsunuz?” Kadın kaşlarını çatıp hafifçe geri kaykılıyor önce kameraya sonra adama bakıp anlatıyor.
Oysa muhabir suç işliyor. Çünkü seçimin tarifi bellidir. Vatandaş kapalı oy mekanında ve vicdan hürriyetiyle gizli oy kullanır. Ancak Yüksek Seçim Kurulu çıkıp hesap sormuyor. “Neden insanları sıkıştırıyorsunuz? Yarın bu kadın sokakta giderken karşı partinin fanatikleri zarar verirse, gittiği kurumlarda aldatılır, intikama uğrarsa en iyisinden oturduğu yerde ters bir eğilimse bu ve dışlanırsa?” Neden bunları kimse düşünmüyor bilmiyorum.
George Orwell’in ünlü 1984 romanında insanı şaşırtan ilk şey sürekli gözetlenen vatandaşlar ve onları izleyen Büyük Kardeş / Big Brother değildi. Kahramanımızın dışındaki o koskoca toplumun gözetlemeye ve gözetlenmeye olan yüksek bağlılığıydı. Oysa ki kişilik sadece özgürken gelişir. Siz başkalarının gözleri üzerinizde değilken orijinal sizsiniz. Bu tıpkı Quantum fiziğinde bir parçacığın asla gözlenememesi gibi tıpkı karanlık bir odanın fotoğrafının çekilememesi gibi. Siz onu görüyorsanız ışık gelmiştir. O artık başka bir yerdir. Öyleyse Facebook‘ta olmayan insanlara adanmıştır bu yazı.
INTERNET KULLANICISININ PSIKOLOJİK YAPISINA BAKIŞ
Artık web var. Herkes Kızılderili adetlerinde olduğu gibi yeni bir ergenlik geçirir gibi. Kızılderililerde ergenliğe geçen çocukların doğada yalnız geçirdikleri günler sonrasında ruh hayvanlarını veya doğa olaylarından birini içlerinde keşfettikleri dönem gibi. İkinci isimlerini alıp topluma artık bir birey olarak katılmaları gibi.
Yıllardır webdeki sosyal toplulukların kurallarını inceliyorum, sosyolojik açıdan bakıldığında temelde “hümanist yaklaşım” yani yardımlaşma ortak paydayı oluşturuyor. Yani “paylaşırsan ve herkes paylaşırsa o paylaşılan büyür” ilkesi. Kimileri bilgiyi paylaşıyor, kimileri taraftarlığı, kimileri sanatlarını ve elbette arkadaşlık sitelerinin getirdiği aşkları, yasak aşkları ve bedenlerini.
BİLİNCİN KATMANLARI
Tüm bu eylemlerin altında psikolojinin kimlik oluşturma prosesine bakmak gerekiyor. İnsan psikolojisi 3 ana katmana sahip. Doğuştan gelen, genetik – fiziksel ihtiyaçları zaman mevhumu veya “diğerleri” mevhumu olmadan, bencilce doyuran, en temel, en hayvani, en basit ve en güçlü katman id, sonra kimlik diyebileceğimiz ego ve en üstte toplumsal kurallarla şekillenmiş süper – ego.
Genelde hareketin dinamikleri en alttan başlıyor. Bünyenin yaşamsal ihtiyaçları, yeme, uyuma, tuvalete gitme, barınma, giyinme, cinsellik ve çocuk sahibi olma. Bunlar çok güçlü uyaranları olan genetik, hormonal ve yapısal sistemler. Bedenimizin sesi de diyebiliriz bu oluşuma. Temelde bir ihtiyaç oluştuğunda bu anında karşılanmak isteniyor. Süperego sert bir mürebbiye gibi idnin taleplerini kontrol etmeye çalışıyor ve toplum içindeyken müthiş bir maskeleme ve maskeyi kırma savaşı başlıyor.
Zamanla bunda öylesine ustalaşıyoruz ki bilinç katmanları arasında geçişlerimizi bile farketmiyoruz. Anlamsız “yeme dürtümüzü”, şişmanlamamızı veya “sahip olma” arzumuzun aslında mantıksızlığını, “satın alma” telaşımızı bir türlü analiz edemiyoruz. Çünkü farklı bölgeler işliyor.
Böylece Internet üzerinde faaliyet geliştiren bireyler “Avatar”lara ve “nickname”lere büründüklerinde iki şey oluyor. İlki, süperego kendisini topluma kabul ettirmek, onay ve takdir almak için yeni bir kılığa giriyor. İkincisi temel ihtiyaçlarını ortaya koyacağı ve süperegonun o kadar da baskı yapmadığı müthiş bir imkanla karşı karşıya olduğunu gören id serbest kalıyor.
Bilgisayar karşısında geçirilen süre uzadıkça manyetik alan sonucu beyin alfa ritmine girip yarı uyku moduna giriyor. Bu mod bildiğiniz gibi bilinçaltının açığa çıkmaya başladığı soyutun ve yarı hayal görmenin eşiğidir. Kişi uyanıktır. Ancak bilinç tam bir sınırdadır. Ego ile id arasında gidip gelmekte ve tam ne yaptığını denetleyememektedir. Çünkü alfa ritminde Süperegonun sansürleyici etkisi cılız bir ses gibidir.
Böylece kişi Internet’te bulunduğunda kendi kendine farkedemediği hafif bir uyku halinde yeni bir kimlik geliştirir. Ben buyum, ben şuyum, şunları severim evet ben bunları yaparım. Her zamanki halinden daha hırçın ve korkusuzdur. Atak hareket eder. Mesajlar yazar. Resimler yollar. Hayatı akar geçer.
Bu sürecin tamamı kayda alınır. Bir çok birey, MSN kayıtlarının serverlarda tutulabileceğini, belli başlı tüm e-mail servisi veren yerlerin “tüm ama tüm” gönderileri kopyaladığını bilmez. Silindiğinde, silindiğini sanır. Oysa bu bir illüzyondur.
Kişinin satın aldıkları ve Internette gezdikleri kolaylıkla izlenir ve izlenmektedir de. Google arama kayıtlarını tuttuğunu söylüyor açıkça.
SOSYAL NETWORKLERDE AĞA YAKALANMAK
Gelelim sosyal networklere. Bu aralar Facebook yaygın hatta çılgınlık mertebesinde. Herkes kaybettiği insanları buluyor. Sistem olağanüstü yararlı. Fakat sonra? Sonrası tek bir tıklamayla ortaya dökülen özel hayatlar kimle görüşüyor, nereye üye, neler yapıyor, bir insanın tüm hayatı gözümüzde.
Sosyal networklerin “Sosyal P-o-r-n-o” dan ne farkı var bilmiyorum? Bununla üyelerin tümünün karşı cinsten arkadaş aradıklarını kesinlikle kastetmiyorum. Bir kısım için bu temel amaç olabilir. Dediğim başka. Sevginin ve özelin paylaşılması dostlukların güvenin anahtarıdır. Keşfetmenin temelidir.
Bir insanın gözlerinden, sesinden ve kokusundan başlayan aşkla, hafif CPU fanının homurtularının eşlik ettiği romantik müzik ! eşliğinde fotoğraflarına yaptıklarına bakıp bir insanı beğenmek çok başkadır. Bu sevgiyle birlikte olmakla, insanların önemsiz olduğu tek amacın cinselliğin doyurulması olan aptal p-o-r-n-o kültürü arasındaki fark gibidir. Kim olsa olur gibi.
Öyleyse sosyal network, eğer tüm özel hayatımızı kapsıyorsa bu bir “sosyal teşhir”dir. İç organların döküldüğü bir yapıdır.
Sosyal Network Nedir? Videolu anlatım.
Teknik amaçla veya arayan bulsun bari diye kaydolanlara diyeceğim bir şey yok. Düşüncem bir süre sonra sosyal networklerin inanılmaz boyutlara varacağı.
Yukarıda girişte okuduğunuz senaryo gibi. Ben bir sitede yazdığım halde ve yıllardır göz önünde olduğum halde iç dünyamı kendime ve sevdiklerime saklıyorum. Sadece bilgimi değerler bütünlüğümü ve eserlerimi açıyorum topluma. Ve her zaman tehlikeyi hatırlıyorum. “Neden yazıyorsun? Onaylanmak ve takdir toplamak için mi? Sevdiğin ve paylaşmak istediğin için mi ?” Böylece yüzlerce yazı çöpe gidiyor. Sizlere mümkün olduğunca saf ve temiz bilgi kalıyor.
Sağlıcakla kalın. Dostlarınızın yanına giderek dertlerini sahiplenerek sayılarını arttırın. Tespih tanesi gibi isim zinciri toplamayın. Unutmayın ki evlerin en kolay yıkılanı, örümceğin evidir. Ve o da aynı web gibi ağdan oluşmuştur.
“Webdeki ya da gerçek hayattaki sosyal topluluklar, kapalı kaplarda dengeye ulaşmaya çalışan gazlar gibi… Birisinin yoğunluğu azalırken diğeri artıyor… Ta ki ikisi eşitlenene kadar… Bakalim web’in ya da sosyal toplulukların sonu ne zaman gelecek?” Binlerce üyesi olan ve ismini gizlememi isteyen bir topluluk portal sahibinin görüşleri.
EN ÜNLÜ SOSYAL NETWORKLER
Wikipedia’da Liste
http://en.wikipedia.org/wiki/Category:Online_social_networking
Facebook
Yonja
Orkut
Myspace
Secondlife
80620
EPOSTA ABONELİĞİ İÇİN
Aşağıdaki formda e-posta adresinizi yazın, gelen e-postaya onay verin.E-posta aboneliği için e-posta adresinizi eklemeniz, aşağıdaki konuları anlayıp izin verdiğiniz anlamına gelir.
Lütfen okuyunuz. Temel olarak, siteden (Güneşin Tam İçinde) ve yazardan (Süleyman Sönmez) e-posta bülten almaya izin vermek anlamını taşır. Bu iznin temeli: okunacak yazılar, izlenecek videolar, dinlenecek podcastlar, fotoğraflar, tanıtılacak ürün, kitap, site, uygulama, yapay zeka, eğitim, gezi, teknoloji, anket gibi içerikler ve kampanyalar olabilir. Bültenin içeriğinde, bülten sponsorunun ürün ve hizmetine ait bilgi, link ve banner yer alabilir. Bülten e-posta sistemi substack isimli dünyaca çok bilinen, güvenilir e-posta sistemi tarafından gönderilir. E-postalar yeni bir e-posta dağıtım sistemine geçmek dışında üçüncü şahıs ve şirketlerle paylaşılmaz. İşleyiş gereği yurtiçi ve yurtdışındaki server sistemlerinden hizmet verilebilir. Spam gönderilmez. İstediğiniz noktada, tek adımla her e-postanın en altındaki "Unsubscribe" seçilerek üyelikten çıkılır ve siz tekrar e-posta abonelik formuyla veya bülten sayfasında üye olana dek yeni e-posta almazsınız. İlginiz için teşekkür ederiz.
Çok önemli bir konuyu çok güzel anlatmışsın.
Herşeyin kaydedildiğini bilmiyor fakat tahmin ediyordum.
Facebook ilk duyduğum andan itibaren içgüdülerimin bana “uzak dur!” dediği bir oluşum… Faydalı taraflarından mahrum kalmayı göze alarak, becerebildiğimiz kadar özgürlüğümüzü korumalıyız diye düşünüyorum…
Muhteşem bir makale olmuş,
Web’in hızlı evrimi karşısında beynimde elektrik sinyalleri şeklinde dolanaduran ve hep bir şeyler eksik kalırsa diye kelimelere dökmeye cesaret edemediğim, belki de beceremediğim gözlem ve düşüncelerime oldukça yakın.
Yazının en çarpıcı yeri bana göre kızılderili benzetmesi olmuş.
Doğru, belki çok uç noktalarda, belki ancak rüyalarda karşımıza çıkan ve çoğu kez de kendimize itiraf etmekten bile kaçındığımız ama içten içe de farkındalık katsayımızın arttığı o içimizde yatan gerçek kimlik, internette geçirilen vakit arttıkça daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor.
Biraz olsun rahatladım diyebilirim.
Ancak,
tüm bunlara ek olarak geçirmekte olduğumuz bu “ergenlik” döneminin, gelecekte kaçınılmaz olarak insanlığın erişeceğini düşündüğüm o üstün yetişkinlik evresi için bir araç, zaruri bir dönem olduğunu düşünüyorum.
yani bir nevi tüm taşlar ortaya dökülecek, malzemeye bakılacak.
Çünkü geçmişte ve günümüzde modernite denilen şeyin, tıpkı bir reklamda da gördüğüm gibi plajda kızlar göbeğini görmesin diye soyunma kabinine kadar karnını içine çeken ve kabine girer girmez gönül rahatlığıyla tüm foyasını döken bir erkekten farkı yok.
Demek istediğim; her bireyin yalnızken bambaşka olduğu bir topluluğun nasıl oluyor da bir araya geldiğinde bambaşka bir şeye dönüşebildiği..
İki yüzlülük.. temeli sağlam değil ve yıkılmaya mahkum gibi..
İşte bu ergenlik tüm gerçekleri tokat gibi suratımıza çarpıyor.
Ve inanıyorum ki, sorunun kaynağı netleştikten sonra çözüme gitmek daha kolay olacak.
Kısacası ben bu dönemi doğum sancısı olarak nitelendiriyorum.
@oky, öncelikle teşekkür ederim. Yıllardır bilimkurgu yazmamıştım. Yeniden hikayelere dalsam mı? 🙂
Ben de, giderek denenmemiş herşeyi arayan insanın sonunda denenmemiş olağanüstü ve çok kötü bir şey bulacağından korkuyorum. Deneyim açlığının sebebi nedir? Bilgi edinme ihtiyacı mı, merak mı? Ego’nun sürekli faal olmak için bulduğu bir yöntem mi? Doğudaki bilgeler, asıl bilginin tecrübe edilemez olduğunu düşünür. Bu nedenle zamana bağlı olarak öğrenilen deneyimin kurulan tüm bağların aslında zaten varolan olağanüstü bağı Quntum düzlemindeki bağı reddetmek oldığunu söylerler. Elbette bu kelimelerle söylemezler ama Mevlana’nın diliyle sen kendindeki mumu söndür, bak Güneş doğmakta…
Internet toplumunun geçirdiği ergenliğin sonuçlarını maalesef çok iyi görmüyorum. Çünkü giderek daha kontrollü web kullanıcıları olmuyoruz. Aksine çeşitli cihazlarla tatilde bile bu dijital bağdan kopamıyor, zamanımızın tümünü sanal dünyada geçirmeye çalışıyoruz. Gün gelecek beynimize direkt bağlanmasına biz talip olacağız.
@Sergia, gerçekten de olası sorunları bugün düşündüm ve Zoque forumda da yazdım.
“Gerçek” dışarıda olmasına karşın o konforu ve onu bağlayan sistemi istiyordu.”
Herhangi bir konuda üstyapının hegemonyasına mı, bireyin iradesine ve karar verme yetisine mi bakmak doğrudur. Teknolojik gelişmelerin menfaat odaklarına dayalı olduğunu kabul ediyorum ancak bunun zaten evrimin kendisi olduğunu da düşünüyorum.
Örneğin casinoların kapatılması süreci…Şuna inanıyorum, birey eğer gidip hayatını karartıyorsa casinoda aslında o birey vapura jeton alıp Eminönü’ne bile gidemez.
Çok uzun zaman düşündüğüm ve halen de devam ettiğim bir olgudan bahsediyorum. Ama sıkıcı olmak da istemiyorum, teşekkürler
Murat Engin Bey bir casinonun kaybetmesi uzun vadede imkansızdır. Bunun sebebi hile değildir. Oyunlar kurulurken ve kuralları oluşturulurken büyük üniversitelerin Matematik ve İstatistik kürsülerinin en ile gelenleri kendilerine olasılık raporları verirler.
Bu raporlar sonucu diğer kumarhaneler sadece aynı makine ve oyunu kendi casinolarına getirirler. Matematiksel olarak casino asla kaybetmez. Kasa kazanır yani.
Büyük casinoların müşteri beyinlerini kaybetmesi için programlandığı da gerçektir. Aşırı ışıkta yorgunluğu hissetmemek, makinelerden düşen para seslerinin arkaplanda verilmesi, elde para yerine başka markaların kullanılarak aslında para harcamıyormuş hissi verilmesi, yüksek havalandırma ve oksijen pompalayarak enerjişk hissettirilmesi gibi bir çok bilimsel çalışma yapılmıştır.
Ortamları tesadüfi değildir. Herhangi bir kişide eğilim bulunuyorsa, bu eğilimin şiddeti kolayca arttırılabilir ve zaaflarından yararlanılabilir.
Şu anda anneler Facebook’tan çocuklarının arkadaşlarını kontrol etmeye ve baskıya başladılar bile 🙂 Gençlerin kontrolden ne kadar hoşlandıklarını gayet iyi bilirsiniz!
En kötüsü insanların çocukluk ve gençliklerindeki hatalarının fotoğraf olarak bile sistemde yeralabilmesi, çok dağıtılan bir gecenin fotoğraflarının ilelebet sistemde sonradan kavga edilen bir “arkadaşın” profilinden ulaşılabilmesi.
Son olararak teknolojik gelişim, ruhsal gelişim değildir. Ruhsal gelişim neden arayış içinde olduğunu bilmektir. Yani işin özü kendini bilmektir.
İngiliz askerlere Facebook uyarısı.
Milliyet gazetesinde çıkan haber, İngiliz Ordusu’nun personellerinin isimlerini Facebook’ta arayarak yüzlerce personeli bulduğunu, can güvenlikleri ve gizlilik açısından zarar vermek isteyenlerden gizlenmeleri gerektiğini söylüyordu. Bir askerin ailesinin adını bilenler, o aile ellerinde olmasa bile sadece isimlerini ve yerlerini söyleyip neler yaptırabilirler?
Türk Ordusu’nun ve önemli kamu kurumlarında çalışanların acil bir duyuruyla Facebook, Myspace gibi sosyal networklere üye olmamaları konusunda uyarılması gerekli.
Yaklaşık bir ay kadar önce konuşmuştuk bu konuyu Ege Üniversitesinden bir grup öğrenci, hocaları ve farklı iş alanlarından birkaç kişiyle. Çok eğlenceli bir sohbetti açıkcası lakin söz konusu sohbetin geldiği nokta.
Hocalardan birtanesi -şuan ismini hatırlayamadığım için özür diliyorum- “internette sosyal ağlarla ilgili olarak her an ne yaptığını söylemek size belki birşey kazandırmıyor gibi gözükebilir fakat değerini yaşadıkça anlayacaksınız.” dedi.
Sohbet oradan başladı ve ardından yasadışı telefon dinlemeleri, özel hayat mahremiyeti vs. uzadı gitti.
Aslında kimsenin bizleri gizli saklı dinlemesine gerek yok. Twitter sayesinde nerede olduğumu söylüyorum. Facebook üzerinden çevremdeki -neredeyse- herkesi açıkca ilan ediyorum. last.fm ile sevdiğim müzikleri, youtube ile video keyfimi sunuyorum herkese. bunlar için ise sadece sitelerimizde yayınladığımız sosyal ağ profillerimiz bölümüne bakmaları yeterli.(Benim sitemde şuan o bölüm kapalı 🙂 )
Nerede kahve içtiğimi, en sevdiğim dostumu, ailemin yaşadığı yeri, en sevdiğim müziği, dünkü girdiğim ilhaleyi, dün akşam kiminle sohbet ettiğimi vs. bilen birisi.. Hakkımda çok değerli şeyler biliyor sayılır aslında.
Ve son olarak bir itiraf:
O gün bu sohbeti yaptığımız kişilerden bir grupla birlikte bir proje başlattık. Detayları malesefki çok fazla veremeyeceğim lakin eğer gidişat değişmezse çok yakın bir zamanda neler olabileceğininde kanıtını sizlerle paylaşacağım.
Evet sosyal ağlar çok faydalı, çok değerli dostluklar kurulabiliyor ve geleceğin ticari klavuzu…
Lakin sosyal ağlar kişisel güvenliğin en büyük açığı…
Umarım yakın zamanda yürüttüğümüz işin detaylarını da paylaşabilme şansım olacak. (Kişi haklarına saygısızlık etmeyecek boyutta.)
(Ayrıca, Bö2009 oylamasında başarılar dilerim.)