Hatırlayan hatırlar yıllar önce blogger toplantılarının birisinde “Sarı basın kartı neden almıyoruz?” demiştim. O zamanlar için çok erken bir talep olmalı ki bolca gülünmüştü. 🙂 Sonra bir ara Friendfeed’de yine “Sarı basın kartı istiyorum, yazdığım içeriklerin toplamı, aylık bir derginin 3 katı okunuyor” dediğimde bolca tartışmıştık. Evet bu görüşmelerin üzerinden zaman geçti, yıllar geçti markalar bloggerları keşfetti. Şimdi Hürriyet’te Cengiz SEMERCİOĞLU yazmış. “Blogger da sarı basın kartı alabilmeli”

saribasinkartliblogger

E peki ne oldu? Yazdıklarımız mı değişti o günden bugüne? O gün blog yazarlarına 3. sınıf muamalesi yapanlar mı değişti? Blog yazarları kendi değerlerini mi keşfetti? Sadece markalar ve ajanslar sayesinde mi oldu?

Benim gördüğüm en büyük neden, gazetelerin basılı formattan Internete taşınma sürecinde. Bu süreç blog yazarı ile Internet gazete yazarını aynı medyaya getirdi. Böylece bir blog yazarını küçümsemek webde yazan gazeteciyi de küçümsemek olacaktı. Bu bir .

İkincisi blog yazarları sayıca arttı. Böylece çok iyi yazarlar belirmeye başladı. Zaten alanında uzman olan kişiler yazmak için ikna edildi. Yazma teknolojisi kolaylaştı. WordPress site kurmayı basitleştirdi.

bloggerkarthaber

Üçüncüsü Google arama sonuçları: Enteresan bir şekilde aynı konuda yazan bir gazeteci ve blog yazarı varsa blog yazarının yazısı daha üstte çıkabiliyor. Hem de öyle çok fazla SEO oyunu oynamadan. Bu da medya gücü demektir. Bir konuda arayan milyonlarca insan ilk çıkan sonuçlara ilk sayfaya tıklama eğilimindedir. Bu saygıya layık bir seslenme gücüdür.

Dördüncüsü: Blog yazarları arasında müthiş bir kardeşlik duygusu vardır. Hiçbir meslek grubunda bulmanızın mümkün olamayacağı dayanışma havası eser. MİMler siteler arasında gezer. Bir konu hakkında yazılanlar bu yazarlar arasında çok hızlı tartışılır genel bir düşünce oluşabilir ve yeni yazılarla tüm okurlara ulaşabilir. Oysa klasik basın birbirini yiyip bitiren gazete yazarları ile doludur. Sürekli köşe yazarlarının diğer köşe yazarına sataştığını görürüz. Böyle yazan blog yazarları bir süre sonra yalnızlığa itilir.

TAKİBE ALIN:

X (Twitter) Takip Edebilirsiniz: 
twitter.com/ssonmez

Bilimkurgu okumayı seviyorsanız,
Starbul ilginizi çekecektir. www.starbul.com

Youtube Kanalım: 
www.youtube.com/suleymansonmez 


Beşincisi: Bir blog yazarı eğer sarı basın kartı varsa gazetecilerin hiç aklına gelmeyen yerlere rahatça girip çıkabilir. Gazeteci havası vermediği için istediği bilgiyi sakince alabilir hatta sıradan vatandaş olarak çok zor kişilerin bile kolayca fotoğrafını çekebilir. Bu vurucu bir güçtür. Haber her yerde olabilir ve blog yazarlarının sayısı gazetecilerin katlarca fazlasıdır.

Altıncısı: Bir blog yazarı naiftir. Sevgi dostluk ve birinci tekil şahsın getirdiği içtenlikle yazar tepesinde medya patronu veya siyasi bir güç yoktur. O elinde basın kartı ile gördüklerini sansürlemeden yazabilir. Hatta karşılaşacağı zorlukları tepkileri hiçe sayacak kadar cesur yazabilir. Bir yazar ise geçimini sağladığı noktada temkinli olma kaygısını sıklıkla yaşar.

Yedincisi: Blog yazarları bir süre sonra basından ayrı bir güç değil serbest çalışan bir muhabir gibi haber karşılığı basınla anlaşabilir. Dosya konusu veya bir inceleme yazısı gibi içerikle basılı basının zenginliğini arttırabilir. Bu süreçte sarı basın kartı gereklidir hatta bazen zorunluluktur.

Peki kimler sarı basın kartı alabilmeli?

Bu sonsuz deryada herkesin sarı basın kartı alabilmesi mümkün değil gazetecilerin dahi tümü alamıyor. Üretilen içeriği belirli bir süredir kesinlikle orijinal olanlarla, elemeye başlamalı. Kopya içerik ya da zaten basılı medyada yer alan bir haberi allayıp pullamak, hiç kimseye bir şey kazandırmayacaktır.

İkinci unsur güvenilirliktir. Ölçülmesi en zor işlerden birisi de bu. Basının tekzip mekanızması var. Birisi hakkında yanlış veya kötü niyetle yazılan yazılar mahkeme kararıyla tazminata ve yerine avukat aracılığı ile verilen açıklama yazısına bırakıyor. Bir blog yazarının kimliği anonim ise ya da yurtdışından yazıyorsa hakkında verilecek hükümlere ya da kanuni işlemlere aldırmayabiliyor. Bu blog yazınının özgürlüğünün de bir yan etkisi. Böyle bir durumda bir blogger üst kurulu oluşturulması söz konusu edilebilir. Ama kızılderililerin dağlardan topladığı yabani atlar gibi blog yazarları kolay kolay semer vurulmasını kabul etmeyecektir. Çünkü blog yazmanın doğasına çoğu kişi için uymayacaktır.

Üçüncü unsur süreklilik yani bloggerların bırakma hakkıdır. Blog yazarlığı bir meslek değildir. Süreçtir. Herkes hayatının bir bölümünde blog yazabilir. Ömür boyu da yazabilir. Oysa sarı basın kartlı bir basın mensubu bir gazetede çalıştığı aktif olduğu sürece kartının anlamı vardır. Çoklukla görüldüğü gibi blog yazarı birgün “Haydi bana eyvallah” deyip yazmayı bırakırsa sarı basın kartı iptal olacak mıdır? Bunu kim denetleyecektir? Ne sıklıkla yazan kişi sürekli yazan blogger ünvanı ile diyelim her yıl sarı basın kartını yeniletecektir. Daha uzun vadeler blog yazarları için elverişsiz olacaktır.

Dördüncüsü ise ikinci sınıf olmaktır. Üniversitelerin İletişim Fakültesi’nden mezun olup gazetelerde pişen gazeteciler için bloggerlar amatör ve küçümsenen bir mecra gibi algılanma hatasına uğrarsa durum şu anda yaşanan “magazin basını da gazeteci midir canım? Aramıza kırmızı çizgi çekelim” köşe yazıları düzeyine gelirse, bu blog yazarlarının kaldıramayacağı bir durum oluşturacaktır. Yani Fransızların bir dönem Doğudan gelip ülkelerindeki üniversitelerde mezun olanların diplomalarına yazdığı doğu için uygundur ifadesi gibi yarım yamalak bir blog yazarı sarı basın kartı anlam taşımayacaktır.

Kısacası hak verilmez alınır. Basılı basının Internet yazarlarına tanıyacağı hakları beklemek yıllar alacak bir sürece benziyor. Bir meslek kuruluşu olmadığımız için çatı kurmanın zorlukları ortada ve pek çok blogger bir şeylere bağlı kalmayı sevmiyor kendi halinde özgürce yazıyor. Bu işi çok ciddiye alanlar içinse sarı basın kartı artık bir ihtiyaç. Bu gruptakilerin bir çoğu da yazılı basında bir görev almak için çaba harcıyor.

Bir de şunu sormalı blog yazarlarının kaçı sarı basın kartını sorumluluğu ve getirisi götürüsü ile ister?

Görünüşe göre şimdiden istemeyen dostlarım var. (1 ve 2) Şahsi olarak bir kere çok ihtiyacım oldu. Yeni açılan bir müzeyi tanıtmak için 150 civarı fotoğraf çektikten sonra aniden güvenliğin koluma girmesi ve “Siz kimden izin aldınız?” demesi ve müdürlerine yaklaşık 15 dakika bu siteyi kültür sanat alanındaki haberlerimizi göstermem ve resmi izin almadan fotoğraf bile çekemeyeceğimi öğrenmem sonrası o kadar canım sıkıldı ki o yazıyı yayımlamadım. Müzelerinde halen kendi başlarına oturduklarını görüyorum. Tanıtmak için gönüllü olduğum o müzede sarı basın kartı benim için bir ihtiyaçtı. Onun dışında araştırmaya dayalı yazdığım için çok fazla gereksinim duymadım.

Not: Cengiz Bey yazısında marka ve blog ilişkisine de not düşmüş. Sunipeyk’in açtığı bir başlıkta blog yazarları ile çalışan tüm markaların listesi var
http://friendfeed.com/sunipeyk/8cf58722/bloglar-ile-etkinlik-yapan-markalar-hangileri

Kişisel olarak bir ürünün bir hizmetin denenmesine, incelenmesine karşı değilim. Bu hepimizin günlük hayatta zaten yaptığı bir şey. Üzerinde durduğum tek nokta, blog yazarının denediği şeyle ilgili olumlu ve olumsuz düşüncelerini samimi bir dille anlatması. Çünkü okuduğumuz blog yazılarının doğruluğuna olan inancımız sarsılmamalı. Sponsorluk anlaşmaları dilimizi bağlamamalı. Bunun dışında, bir grubun bir yere çağrılması bir şeyleri denemeleri ile ilgili hiçbir zaman sorunum olmadı. Bazen çağrılanlardan oldum, bazen olmadım. Bazen de yoğunluğumdan çok istesem de, bu etkinliklere gidemedim. Kısacası yazıda üstünde durulan “bir iki kişiyi çağırırsak çağrılmayanlar tepki veriyor” düşüncesi artık eskisi kadar geçerli değil. Blog yazarları bu aşamayı çoktan geçti.

Kaynakça:
http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCrekli_sar%C4%B1_bas%C4%B1n_kart%C4%B1
http://www.byegm.gov.tr/
http://www.basinkartikomisyonu.com/index.php
http://friendfeed.com/search?q=sar%C4%B1+bas%C4%B1n+kart%C4%B1+
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=sar%C4%B1+bas%C4%B1n+kart%C4%B1

TAKİP İÇİN : Yazdığım Kitaplar | Youtube | Twitter | Instagram



15 YORUMLAR

  1. merhaba, yazınızı çok keyifle okudum, çok teşekkürler.

    yanlız şu kural dikkatimi çekti:

    Basın Kartı Alacak Kişilerde Aranan Nitelikler

    f) Gazetecilikle birleşebilen işler dışında, resmi veya özel bir kuruluşta ücretli-ücretsiz görev almaması, anonim şirketler ve kooperatiflerde ortaklık hariç herhangi bir kuruluşun sahibi veya ortağı olmaması,

    http://www.byegm.gov.tr/basinmevzuati/basinmevzuati-son.htm

    bu nasıl olacak?

  2. pdfdergi,

    Gazeteciler için konulmuş bu kurallar bloggerlar için aynen uygulanamayacaktır. Başka bir statü ve kurallar dizisi gerekecektir. Sonuçta asıl işi gazetecilik olmayan bir grup insandan bahsediliyor. Çalıştıkları iş başka, bağlı oldukları medya yok. Bu kurallar kesinlikle değişecek ya da özelleştirilecektir.
    (Elbette kendi kendimize gelin güvey oluyoruz 🙂 O ayrı ama süreç bu adımı atmalarını mantıklı kılacak noktaya geldiğinde basılı yayın bloggerlara yeniden bakacaktır)

  3. Cengiz Semercioğlu’nun yazısını okumuş ve bloggerlara verilen önem açısından çok sevinmiştim. Sizin bu yazınızı ise çok büyük bir keyifle okudum. Alt sebepleri ve detayları ile çok güzel işlemişsiniz(diğer yazılarınız gibi diye de ekleyim). Basın kartı için kriterler yeniden belirlenmeli katılıyorum.
    Ayrıca bir dönem, bir müzenin fotoğrafları ile ilgili özel bir kitabın tanıtımına gitmiş ve eşimin şirketi tarafından sponsor olunduğu için de o güzel kitaba sahip olmuştum. Ben bunu yazarım dediğimde “orda dur, bir kaç ay olmaz” dediler, durdum. Aynı ihtiyacı hissetmiştim anlamında anlattım bu anımı.
    Teşekkürler paylaşım için

  4. Halen, internet gazetecilerinin bile medyadan sayılmadığı, kadrolarının çalıştıkları kurumun, kadro alabilecekleri yerlerden yapıldığı yerde (örnek: ntvmsnbc çalışanları ntv haber ajansı ya da milliyet.com çalışanlarının milha’dan alması gibi) blog yazarlarının sarı basın kartı alması saçmalıktan başka bir şey değildir.

    İşi “Ama biz çok okunuyoruz” boyutuna getirmek ve oradan bir done elde etmeye çalışmak da ayrıca garip bir durum. Kitlelerin sizi ya da beni çok okuması bir parametre oluşturmuyor. Bu mantıkla Hitler de seçimle geldi desem, çok şey anlatmış olurum sanırım.

    Yüzbinlerce blog var, neye dayanarak, kime sarı basın kartı verilecek peki. Herkes açsın bir blog alsın sarı basın kartı. Tam suyundan da koy hesabı. Bu mesleğe yıllarını vermiş insanlar halen sarı basın kartı alamıyorken ve alamamışkın, blog yazarlarına sarı basın kartı verilmesi biraz garip (!) bir durum.

  5. Umut Ozan Darıcı, bayağı kızgın geldi ifadeleriniz. Neden bu kadar kızdığınızı yazımda da aktarmaya çalıştım. Basın mensupları bile alamamışken cümlesi aktif cümle.

    Bu bir süreç meselesi o denli hızlı gelişiyor ki her şey Internet’in bilgi ağı olarak gidişiyle daha siz, biz nasıl diyemeden çok çok farklı uygulamalar göreceğiz.

    Şu an basılı yazın halen güçlü ama şunun şurasında ne kaldı tamamen dijital yayına geçmeye.

    İkinci konu çok okunma üstüne. Açıkçası bu ölçüm kriterleri reklamcılığa ve tiraja dayalı bana göre okuduğunu anlayan bir kitle öylesine siteden geçen bin kat ziyaretçiden daha iyidir. Ama reklam mecrası halen pagerank ölçüyor. Halen gazeteler Türkiye birinciliklerini ilan ederken tiraj sayılarını ortaya koyuyor. Halen tirajların objektif sayılmadığı evlere bırakılan ve bayide satılan gazete sayıları karşılaştırılıyor.

    Demek ki kantitatif yöntemler durdukça çok okunan medya söz sahibi olacak. Bir kişinin kurumun çok okunnması veya sözünün etkin olması akla neden hemen Hitler’i getirdi onu anlamak da zor. Çok düz bir mantık silsilesi olmuş. Örneğin tüm zamanların en çok basılan ve okunan kitapları kutsal kitaplardır. Son yüzyıldaki bestsellerlar bile bunu değiştiremedi.

    Gerçekte her topluluğun bir beğenisi arzı bilgi ihtiyacı ve yönelişi vardır. Bu yöneliş aradığını blog yazarında buluyorsa ki giderek daha çok bulduğunu görüyorum o yüzbinlerce blog içinden harika bloglar ve o blogları yazan uzmanlar sıyrılacaktır. İşte o zaman sarı basın kartı gibi bilgiye ve habere ulaşma imtiyazları zaten onların hakkı olacaktır.

    Özetle öfkeye gerek yok dikkatli bir gözlem olup biteni ve bundan sonraki süreci son derece net şekilde ortaya koyuyor. “Eski basın öldü yaşasın yeni basın”

  6. Gazeteciler haber yapmakla görevli olup belirli mesai saatleri var maaşları var diye biliyorum (yanlış bilmiyorsam).

    Bir blog yazarı ise, sabah kalkıp veya günün herhangi bir saatinden başlayarak haber peşinde mi koşuyor? bunu yapsa bile her gün ya da haftanın birkaç günü düzenli yapar mı? böylece devamlı çalışır mı? Yapabilse bu cidden büyük bir iş.. işte ancak o zaman basın kartını hak eder bence.

    Öte yandan sadece habercilik değil, gündeme göre, güncel olaylarla ilgili isabetli fikirlerini, kaliteli bakış açısını yazıp halka sunan ve buna düzenli olarak devam eden blog yazarlarına basın kartı verilmelidir bu açıdan net bir şekilde onaylıyorum. Ama buna en başta siyasetçilerimiz karşı çıkacaktır herhalde.

  7. Sevgili Süleyman hocam,

    Öncelikle güzel bir yazı olmuş tebrik ederim, ama hala düşünüyorum o kadar gerekli mi bu kart diye ? Basın birbirine sataşıyor demişsiniz ama onların organize dernekleri v.s. var, blogcular birlik olamadılar.

    Eğer birlik olsalardı, bir güc olabileceklerdi, yapılan en büyük hatalardan biri, tüm bloggerları bir çatı altında toplamak oldu. Bence bir çatı altında bloggerları katagorilendirmek lazım, kültür sanat blogları, iş dünyası blogları v.s. O zaman hem bu bloglar arasındaki diyalog artar hem de katagorisel güç olunur.

    Bu durumda sizi muhatap almayan kişiler aslında tüm katagorinizdeki bloglarıda muhatap almamış olacaklar ki, buna cesaret edemezler. Ama eleştirdiğimiz basın organizeyken biz bloglar organize değiliz.

    Bu birliktelik sağlanırsa karta ne gerek var, bloggerlar blogerlara yeter 🙂

  8. Yavuz Selim Şen güzel bir yorum yazmış. Önce yorumunda katılmadığım tek şeyi yazayım: Ben basın kartı bazı blogcuların hakkıdır diye düşünüyorum. Yavuz Selim Şen bu kişilerin başta gelenlerindendir. Yani Yavuz’un “basın kartı gereksizdir” fikrine katılmıyorum. Kendi çıkarınızı düşünmüyorsanız saygı duyuyorum elbette ama blogcuların medyadaki itibarını düşünmelisiniz. Saçma sapan asparagus haberler yapan bir gazetecinin basın kartı oluyorsa, dürüst, temiz ve başarılı blogcuların o karta daha fazla hakkı vardır.

    Yorumunda önemli şeyler dile getirmiş. Blogcuların birlik olamamaları gerçekten kötü bir şey. Böyle büyük bir güç değerlendirilemiyor.

    Birliği sağlayabilecek kişiler ordan burdan ve/veya filin filan hususlarda kazanç sağlamak fikriyle çeşitli aktiviteler yapmışlardır; bunun Türkiye blogosferine faydasından çok zararı olmuştur. Faydaları öncelikle kendilerini kazançlı duruma düşürmektir. Sonra, bazı bloglar hak ettiği gibi tanınmış oldu, hepsi bu. Başka faydası olmadı. zararı ise pekçok kaliteli blogcuların kaale alınmamasıdır. kendimi asla hesaba katmıyorum. Bildiğim çok blogcu var ki öyle yarışmalara katılmaya yanaşmamışlardır. Bence isabet etmişlerdir.
    Katılanları ise “tanınmaya fayfası açısından” desteklemişimdir / desteklerim, o başka.

    Blogcular özel kişiler. işlerini severek yapıyorlar. iyi kalitede blogların sahiplerinin özverileri çok.
    O halde bu blogculara “gelin yarışmamıza katılın, katılmazsanız biz de sizi tanımayız” demek (öyle demeye getirmek) yanlış.
    Yapılacak şey, “biz sizin blogunuzu tanıyoruz, çalışmalarınızın kalitesini, değerini biliyoruz. Sizi listemize ekledik. Kabul etmiyorsanız bize bildirin” olmalıdır.

    Meselâ Yavuz Selim Şen Çin hakkında her şeyi yazıyor, blogu uluslararası büyük önem taşıyor. Değeri çok büyük. Bu çalışkan blogcu kişi eğer yarışmalara katılmaya teşebbüs etmeseydi görmezden mi gelinecekti? Belki onun o organizatörlerle bir arkadaşlığı varsa, onlar katılması için ısrar ederlerdi, teşvik ederlerdi. Ama aynı blogun sahibi başkası olsaydı görmezden geleceklerdi, burası yüzde yüz kesin bir şey.

    Evet, bloglar arası, blogcular arası dayanışma yok. Bloglarla ilgili bazı faaliyetlerde başı çekenlerin bunda hiçbir işlevi yok. Kaş yapayım derken göz çıkaranlar çok. Bunlardan biri de “en çok sevilen blogcular listeleri”nin hazırlanıp sunulmasıdır. Bakıyorum adamın blogu benimkinden çok yeni. RSS takipçi sayısı benimkinin yarısı bile değil ki bu “sevilen olmakta ölçü için” çok önemlidir, belki tek ölçüt bile olabilir. Ama o kişi bir şekilde listelere alınıyor ben ve hatta benden çok daha iyiler o “türkiyenin en çok sevilen blogcuları” listelerine alınmıyor!

    Görünen köy kılavuz istemez. Böylesi hatalar blogcuların arasını açar. Zaman zaman “blog” sözcüğünden tiksindiğim dahi oluyor. Yine daha bir iki gün önce blog ve blogcularla ilgili bütün ilşkimi kesmeye karar verdim sonra elim varmadı. Sevdiğim saydığım bloglar çok. birisi de burasıdır. Ama her zaman yapılan feci hatalar karşısında daha ne kadar “blog” uğraşıları içinde kendimi kabul edebilirim bilemiyorum. Şunu bilin ki çok iyi blogcu oldukları halde blog kelimesini anmayan ve sevmeyen kaliteli yazarlar var. Hayır, kibirlilik yapmıyorlar. Onların niçin soğumuş tiksinmiş olduklarını iyi düşünmek lazım.
    Son sözüm: Adalette ve fazilette görece olmaz, görecelilik olmaz. Olsayda adalet adalet olmazdı, fazilet fazilet olmazdı.

  9. O kadar da abartmayın! Sarı basın kartıymış. Ömrünün 10 yılından fazlasını ulusal basın/yayında geçirmiş yüzlerce insan bu kartı alamıyor. Blog yazarıysan özgürlüğün tadını çıkar. Niye bir karta bağlıyorsun ki her şeyi. Sarı basın kartı resmi bir çok protokol olanağı sağlıyor da blog yazarlarının kaçı bu resmi protollerle ilgili acaba?
    Daha devlet, internet haber siteleri bile yeni yeni tanıyor ki nerede kaldı blog yazarına sarı basın kartı!!! Öyle kolay bir şey değil sarı basın kartı. Bu kartın temelin süreli ve düzenli bir yayımda yer alması önemli unsur. Haaa, olur da bunlar değiştirilirse ne ala ama gereksiz ve anlamsız bence.
    Sarı basın kartı doğrudan devlet protokolüyle ilgilidir ve sağladığı kolaylıklar da şunlar (blog yazarı tayfasının işine yarayabilecek sadece bir b bendini göüyorum diğerleriyle ilgilenecek blog yazarı pek görmedim, duymadım. Semerci nin tavrı bana biraz internette kendinden söz ettirmeye yönelik bir abartma gibi geldi) :
    Madde 46 Basın kartı hamilleri,

    a) Devlet ve belediyelerin, özel idare ve köylerin veya bunlara bağlı kuruluşların, şehir içinde veya dışında işlettikleri tarifeli taşıtlardan, indirimli veya parasız olarak yararlanmak,

    b) Kamuya ait müze, galeri, sergi, stadyum ve hipodromlar ile benzeri yerlere ücretsiz girmek,

    c) Kanunen gizli olmayan veya idarece gizli yapılmasına gerek görülmeyen toplantı yerine serbestçe girmek,

    d) Resmi törenlere kolay görev yapmalarını sağlayabilecek bir konumda katılmak,

    e) Kartlarını ibraz etmek şartıyla, posta işletmelerinde bulunan telgraf, faks, telefon, teleks ve benzeri araçlardan öncelikli olarak yararlanmak ve her türlü matbuatı indirimli ücretle göndermek,

    f) Emniyet Genel Müdürlüğü’nce düzenlenmiş “Basın Trafik Kartı”nı ibraz etmek şartıyla, devlet törenlerinde, milli veya milletlerarası müsabakalarda, basın toplantılarında, Türk ve yabancı devlet büyüklerinin resmi ziyaret, gezi ve incelemelerinde ve benzeri diğer durumlarda, trafik görevlilerinin vereceği işaret ve talimatlar doğrultusunda, park etme, durma, duraklama ve geçiş üstünlüğü gibi kolaylıklardan yararlanmak,

    hakkına sahiptirler.

    Güvenlik kuvvetleri ve kamu kuruluşları, bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen hallerde, basın kartı sahiplerinin görevlerini en kolay şekilde yapmalarına yardımcı olurlar.

    Şu yönetmeliğe bir göz atın bence öncelikle : http://www.byegm.gov.tr/basinmevzuati/basinmevzuati-son.htm

  10. E.Ali öncelikle övgüne teşekkür ederim.

    Yalnız, bloggerlar olarak beraber hareket edebilseydik, Türkiye’de blog kelimesi daha çok insan tarafından bilinir olacaktı, bloggerlar daha çok itibar göreceklerdi. Süleyman hocam bir müzeyi ziyaret ettiğinde fotoğraf çekebilecekti. Öncelikli olarak biz birlik olalım, sonrasına bakarız kart bize çok gerekli mi gereksiz mi 🙂

    Tekrar teşekkür ederim.

  11. Aslında harika bir fikir. Yay hareketi ile dahada yaygınlaştırılabilir. Blog yazıyorum ben sarı basın kartım var benim karizma bile yapılabilir 😛

  12. Şimdi yazıları okuyamadım ama Süleyman Hoca ile aynı görüşteyim. Blogger deniyor ama ben yazar denilmesini tercih ederim blog yazarlarına. Köşe yazarı, makale yazarı, araştırmacı yazarız bizler de. Bir blog yazmak kolay olabilir ama sınıf farkını kimse inkar edemez. Zaten bugün blog tanımı da fazlasıyla kabugunu kırmış durumda..

    Şu anda Türkiyenin en büyük offline basın organlarıyla aynı ilgiyi gören bloglar/bloggerlar var. Basin kartı almak kolay ve sıradan birşey değil, bunun prosedürlerinin digital ortama uyarlanması da hiç kolay değil. Zaten herkesin basın mensubu olması da kıymetini azaltır ama ben değer olarak iyi bir yazarın online ya da offline da yazmasını çok önemsemiyorum artık. Yazdıkları önemli..

  13. Basın kartı bana oldum olasıca saçma gelmiştir. Daha doğrusubir grubu toplum içinde başka bir gruptan ayıran her türlü kayırımcılığa karşıyım. Haaa illahi bir bir basın kartı isteniyorsa (blogcu kartı) onada karşıyım. İşi resmiyetle bağlamak anlamlı gelmiyor. Bir dönemde blogcular derneği oluşumu vardı ve açıkçası o da saçma gelmişti.

YORUMUNUZ NEDİR?

Yorumunuzu yazınız
İsminizi Yazınız