Blog kavramını kişisel yazılar ve her çeşit bilgiyi aktarmak olarak tutar ve günlükle sınırlandırmazsak, dünya web sitelerinin hatırı sayılır bir bölümünün blog olduğu ortaya çıkar.

blogküreden Yükselen Ruhlar


Bloglar vatandaş medyasının konuştuğu yerlerdir. Herkesin 5 dakikalığına ünlü olduğu dünyanın, etkili bir aracıdır. Yıllardır çeşitli konularda bin civarında makale yazmış birisi olarak son aylarda güçlü bir bitiş sinyali alıyorum.

Bu fikre ilk kez İdris‘le konuşurken kapıldım. Sunipeyk ve Ömer Enis‘in de içinde yer aldığı ortak bir projeyle uğraşırken blogların bir süre sonra biteceğini hissettiğimizde hemfikir olduğumuzu görmüştüm. İlginçtir ki blogların yağmur gibi kapanması bunu izledi. Açık olan bloglarda da yazım hızları azaldı. Herkes daha makale tadında ciddi yazmaya başladı. Bir kısım ise video bloglara geçti. Ancak işin daha başında olan bloglar birbirinin kopyası / replika şeklinde aynı konuları anlatmaya devam etti.

Blog yazarlığına neden başlıyoruz?

  1. Kişiler tecrübelerini aktarmak istiyor.
  2. Ünlü olmak istiyorlar.
  3. “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” demek istiyorlar.
  4. Sevilmek istiyorlar.
  5. Bir bilgisayar alıp aldatıldıklarında yazarak satıcıya haddini bildirebilmek istiyorlar.
  6. Arkadaşları olsun istiyorlar.
  7. Reklamlardan hayalda olsa para kazanmak istiyorlar.
  8. Ne kadar zeki ve bilgili olduklarını cümle aleme göstermek istiyorlar.
  9. Zaten işlerinde başarılı olanlar bir pazarlama enstrümanı olarak blog yazarlığını etkili buluyorlar.
  10. Ürettikleri ürünleri satmak için yazıyorlar.
  11. Yalnızlıktan kaçmak için yazıyorlar.
  12. Dünyayı değiştirmek için yazıyorlar.
  13. Öğrenmek için yazıyorlar.
  14. Yalnızca kendilerinin bildiği bir sebeple yazıyorlar.
  15. Tshirtlerinde “blogger” yazsın diye yazıyorlar.
  16. Çevirmelerde “Internet Basını abi bir yere yetişiyoruz” demek için yazıyorlar
  17. Kendilerine gelen tüm e-mailleri arşivlemek gibi ulvi bir nedenle yazıyorlar.
  18. Eski sevgililerinin ne pislik olduğunu ortaya koymak için yazıyorlar.
  19. Politika sahnesine müdahale için yazıyorlar.
  20. Canım şekerim büdüm falan demek için yazıyorlar.
  21. Herkes yazdığı için yazıyorlar.
  22. ve daha bir sürü sebep….

Pekiyi blog yazarları yazmayı neden bırakıyorlar?

  1. Gerçekten ünlü oldukları için ve doydukları için.
  2. Artık çocukları olduğu için.
  3. İşe girdikleri için.
  4. Gidip birisiyle kavga edip cümle aleme rezil oldukları ve bu gerçek hayatı da perişan ettiği için.
  5. Sevgilileri kıskandığı ve “ya blogun ya ben!” restini çektiği için.
  6. Bloglarının yedeklerini almadıkları bir sırada blogları çöktüğü için.
  7. Binlerce post / yazı yazdıktan sonra “Ben ne yapıyorum, kabir meleklerine hayatımı blog yazarak geçirdim mi diyeceğim :)” aymasını yaşadıkları için.
  8. Aynı zamanı başka işe verseler çoktan karınlarının doyduğu hatta zengin olacaklarını, okullarını bitireceklerini anladıkları için
  9. Gittikleri mağazalarda kimisi onları görünce gülerken, kiminin ağzının içinden küfrettiğini gördükleri için.
  10. Gizemleri kalmadığı için.
  11. Video blogların blog yazmaktan daha havalı durduğunu farkettikleri için
  12. Twitter’la bir iki satır yazıp gerçekten sevenlere okutmak daha iyi geldiği için.
  13. Internet çökerse bir gün her şeyboşa gideceği için
  14. Tüm Interneti bloga kopyalamanın bir anlamı olmadığını gördükleri için
  15. “Forum mu kursam ya da milletin üye olacağı bir site daha iyi para götürürüm” dedikleri için.
  16. Sponsor bulamadıkları için.
  17. Yazılarının çalınmasından bıktıkları için.
  18. Basılı medyanın dikkatini çekip bir köşede haftasonları yazma fırsatı buldukları için.
  19. Kraldan daha kralcı okuyucu kitlesinin, hayatlarını yaşanmaz hale getirdiği için.
  20. Bu kadar sene sonra bile her yerde isimleri yazdığı halde bloglarına “sğl abi abl kim bu siteyi hazırladıysa” gibi mesajlar sonucu boşa kürek salladıklarını anladıkları için.
  21. Milyonlarca insana hizmet verdikleri halde bir vefa bulamadıklarını bloglama yarışmasında sadece bir kaç kişinin oy verdiğini gördükleri için.
  22. Kitap yazarım hiç olmazsa elimde bir şey olur dedikleri için.
  23. Sözleri tükendiği için.
  24. Internet dostluklarının yalan olduğunu, işsiz kaldıkları, hasta oldukları gün birinin bile kalkıp kendilerini ziyaret etmediklerinde anladıkları için.
  25. Blog yazarlığının bir sanat olması gerektiğini farkettikleri için.
  26. Ne yapsalar da blog okurlarının asıl nüfusun çok ufacık bir parçası olduğunu TV’de 5 dakika görünmenin bile daha popüler olduğunu anladıkları için.
  27. Babaannerlerine ne yaptıklarını bir türlü anlatamadıkları için.
  28. Milletvekillerinin Google ne demek bilmediği güzel ülkemizde onlara yönelik yazıların boşa gittiğini anladıkları için.
  29. Aylarca yazmasalar “ne oldu abi / abla” diye soran biri çıkmadığı için.
  30. RSS okuyucusu sayıları milyonlarca kişi sitelerini habire okuğu halde halen çok az olduğu için.
  31. Bir şekilde insanların öfkesini çektiklerinden kendi kankaları dışında kimse yorum yazmadığı için.
  32. Kimsenin bilmediği sebeplerden.
  33. Herkese çipler takılıp bilimkurgu dünyası başlamadan kaçıp çobanlık yapmaya dağlara gittikleri için.
  34. Adı ünlü iş yerleri, blog yazmalarını “çok uygunsuz bulduğu için” hatta iş yerinde firewall ile  adresleri bloklandığı için.
  35. İngilizce yazsa neler olacağının hayaliyle bunu kapatıp ötekini açmak için.
  36. Blog Yazarı lafı karvizitte çok havalı durmadığı için.
  37. Acaip kilo aldıkları ve kalp krizinin çok yakında olduğunu sezdikleri için.
  38. Her 3 Japondan birisi blog değil anime okuduğu için 🙂
  39. Giderek blog dünyasında kim ne demiş dedikoduları ile paparazziye dönüştüklerini farkettikleri için.
  40. Yazdıkları yeterince anlaşılmadığı için.

Daha tonla sebep sayılabilir kısacası gün gelir veda edilir. Bu süreçte defalarca yazmayı bırakmayı düşündüm. Ancak benim yazmamda önemli sebeplerim vardı. Yazdıklarımla, sunduğum projelerle, ülkeme ve insanlarına kendi sesimden çok daha büyük bir sesle ulaştım. Ünlü olmadım çünkü “Süleymanın Köşesi” veya öyle bir site adı vermedim. Bilgiyi kişiliğimden önce tuttum. Doğru olan buydu. Egoyu şişirmek ve önemli hissettirmek için yapılan tüm eylemler rüzgarda savrulur. Sadece hizmet edenler sevgi ve minnetle anılır.

Size bir Zen öyküsü anlatmak istiyorum.

Çok ünlü bir Japon şairi ve Zen Üstadı Tetsugen sadece Çincesi bulunan şiirleri – Sutra deniyor bunlara – bastırmak ister. Ancak o yüzyılda baskı teknolojisi çok ilkel. Ayna gibi ters görüntüyü tahta kalıba çıkarmak, bunların ustalarca oyulması ve mürekkep sürülerek son derece pahalı olan ipek temelli kağıda basılması demek. Üstelik tahta kalıplar sıkıştırılmaktan zamanla aşınıyor ve binlerce üretilmeleri gerekiyor tüm sayfa için.

Adamcağız gezgin şekilde bağış topluyor. Az verene de çok verene de eşit şekilde teşekkür ediyor. Yıllar yıllara kavuşuyor ve on yıl sonunda kitabını basacak parayı buluyor.

TAKİBE ALIN:

X (Twitter) Takip Edebilirsiniz: 
twitter.com/ssonmez

Bilimkurgu okumayı seviyorsanız,
Starbul ilginizi çekecektir. www.starbul.com

Youtube Kanalım: 
www.youtube.com/suleymansonmez 


Fakat tam o yıl görülmemiş büyüklükte bir tufan yaşanıyor Uji nehri taşarak felakete sebep oluyor ve yoksul köylülerin evlerini tarlalarını yerle bir ediyor.

Şair felaketi gözleri yaşlı izliyor ve yıllardır sakladığı parayı çıkarıp o açlık günlerinde yoksullara aş dağıtıyor. Elbette içi kan ağlıyor.

Ama şans bu ya, işleri rast gidiyor ve bir kaç yıl içinde yeniden kitabını basacak parayı topluyor ancak bu seferde çok büyük bir salgın hastalık ülkeyi kırıp geçiriyor Tetsugen yine topladığı paraları zor durumdaki insanlara dağıtıyor.

Sonunda yine para topluyor ve yirmi yıl sonra şiirler basılıp Japonya’nın en sevilen üstadlarından birisi oluyor. Bu basılan sayfalar bugün Kyoto’daki Obaku Manastırı’nda görülebiliyor.

Ancak Japon halkı büyük şairi çocuklarına şöyle anlatıyor.

“Tetsugen üç kez kitap bastı ancak ilk iki görünmeyen baskı üçüncüsünden çok daha güzeldi.”

Şair böylece fedakarlığı ile bir insan diliyle yazılmamış, müthiş bir şiirin şairi oluyor. Yaptığı eylemle ölmez bir kitap, müthiş yürekten dizeler bırakıyor.

Bir gün size veda edersem, dilerim sözle anlatılmayacak kadar çok dizem sizlerde yaşar. Görüşmek üzere sevgili okurlarım.

Kitap: Zen Flesh Zen Bone / Zen’in Eti Zen’in Kemiği
Yazar: Paul Reps
Söz Yayın

Hikayenin orijinalini de eklemek istiyorum.
http://ebooks.du.ac.in/edu-resources/Resources/books/zen.pdf

37. Publishing the Sutras
Tetsugen, a devotee of Zen in Japan, decided to publish the sutras, which at that time were available only in Chinese. The books were to be printed with wood block in an edition of seven thousand copies, a tremendous undertaking.

Tetsugen began by traveling and collecting donations for this purpose. A few sympathizers would give him a hundred pieces of gold, but most of the time he received only small coins. He thanked each donor with equal gratitude. After ten yens Tetsugen had enough money to begin his task.

It happened that it that time the Uji River overflowed. Famine followed. Tetsugen took the funds he had collected for the book and spent them to save others from starvation. Then he began again his work of collecting.

Several years afterwards an epidemic spread over the country. Tetsugen gave away what he had collected, to help his people.

For a third time he started his work, and after twenty years his wish was fulfilled. The printing blocks which produced the first edition of sutras can be seen today in the Obaku monastery in Kyoto.

The Japanese tell their children that Tetsugen made three sets of sutras, and that the first two invisible sets surpass even the last.

TAKİP İÇİN : Yazdığım Kitaplar | Youtube | Twitter | Instagram



11 YORUMLAR

  1. Süleyman, bunu ben de farkettim ve bu bir anda oldu. Sanki birşeyler bitmiş, birşeyler değişmiş gibi ama ne olduğunu bilemiyorum, umarım yakında bırakmazsın 😛 umarım ben de bırakmam ama eğer bırakırsam seninde yazdığın gibi sebebi

    “Herkese çipler takılıp bilimkurgu dünyası başlamadan kaçıp çobanlık yapmaya dağlara gittikleri için.” olacaktır…

  2. Şu blogküre’de çok genç blog yazarları görüyorum. Belki de derslerinden çaldıkları vakit ile blog tutuyorlar. Onlara tavsiyem okuyun, mühendis, doktor, polis, memur, bekçi, vs olun. Bunların dememin sebebi internetten 1,5 sene de kazandığım paranın yarısını öbür ay maaş olarak alacağım. Ya ben 1,5 sene de hiçbir şey yapmamışım ya da 1 ay gerçek dünyada çalışmak sanal 1,5 senenin yarısına tekabül ediyor.

  3. İşte olayın tıkandığı nokta da bu. Bloglar bitecekse bazı blog yazarlarını model alarak yazmaya başlayanlar sayesinde bitecek.

    Peki kimdir bu model alınan blog yazarları?

    Sürekli bloglarından kazandıkları paradan, gördükleri muameleden, kurdukları bağlantılardan bahseden yazarlar.

    Üstte tarif ettiğim modelle bu işe kalkışanlar pekala yazmayı bırakır.

    Fakat blog yazmaya tamamen kendi isteğiyle, zamanından çalarak ve karşılık beklemeden yazanlar sonuna kadar devam edeceklerdir. (Bu mükemmel örneğe Sayın SÜleyman Sönmez’in tamamiyle! uyduğunu düşünmekteyim)

    Blogların doğuşuna gidersek…

    Günlük tutma eylemiyle eşdeğer bir his ile başlamış olan bloglar, gelecekte de başladığı noktaya geri dönecektir. Mesela çoğu blog tarihteki yerini almışken, yediği etli ekmek’in nefis olduğunu yazan Nahnu’lar ilelebet yaşayacaktır. En azından ömürleri elverdiği ölçüde… (Hayat döngüsüne ne kadar benziyor değil mi? Genç ve orta yaşlı insanlara, bebekler ve de ihtiyar delikanlılar/kızlar sevimli, hoş gözükür.)

    Gelelim Güneşin Tam İçinde’ye. Eşimle beraber, “Bu adam bu zamanı nereden buluyor yahu!” nidalarıyla takip ettiğimiz bu blog, pekala blogdur fakat yazarın sırtına büyük bir külfet yüklemektedir. Çünkü ‘kendisini’ değil de hayatı anlatmaktadır.

    Süleyman Sönmez’e nacizane tavsiyeler;

    Güneşin Tam İçinde’ye son vermemenizi yürekten istiyor ve bu kararı vermemeniz gerektiğine inanıyorum.

    – Niye peki?

    Bildiğini bir kişiye dahi olsa -herhangi bir yolla- ulaştırabilmenin çok değerli olduğu -şüphesiz- aşikar. Blogların amaç değil de araç olduğunu asla unutmayalım.

    Türkiye’de blog yazarlarını ancak blog yazarlarını takip ediyor sanıyorum. Türkiye’de blog kavramı oluşamadığı gibi ziyaretçilerimizin %80 hatta %90ları arama motorları vasıtasıyla bloglarımıza gelmektedir.

    Bu durum bloglar için can sıkıcı olsa da gün gün gelen birkaç dolar ve arama motorları vasıtasıyla gelen onbinler; bünyelerimizde afyon etkisi oluşturmaktadır ki birkaç sene “Ben neyim?”, “Blog da ne?”, “N’apıyorum ben ya?” sorularımızı kendimize sormayız. Sorduğumuz zaman ise aynı bu yorumu yazdığım blog girdisi gibi bir blog girdisi oluşur bloglarımızda. (Burada Sayın Süleyman Sönmez’e iletmeye çalıştığım bir nokta dahi yoktur, yanlış anlaşılmasın.)

    Bu durumdan kurtulmanın ve bu duruma hiç maruz kalmamanın yöntemi ise; ne blogun istatistiklerine ne de getirdiği geliri an an takip etmemek hatta planlar yapmamaktan geçer.

    Yazarın sağlığı, zamanı elverdikçe yazmalı. Bir gün yazar, yüzonbeş gün yazamaz ama bitmemeli, yazmalı.

    Nasıl derler bilirsiniz… Show must go on.

    Güneşin Tam İçinde blogunun Türkiye’de çok .. çok özel bir yeri olduğunu biliyorum ve ‘son’unun olmaması gerektiğini düşünüyorum.

    Sürç-ü lisan ettiysem affola.

    Bir gün karşılaşıp birer çay içmek ümidiyle.

    Çağatay

  4. Bazı şeyleri anlamak sadece zamanla oluyor.
    Sözler insanlara çarpıp geri dönüyor.
    Ama zaman öğretiyor.

  5. sen yazmazsan ben yazmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa 🙂
    Yazalım.
    İstediğimiz gibi, içimizden geldiği gibi.
    Sağlıklı, mutlu olduğumuz sürece.
    Paramız olduğu sürece. 🙂

    Yazalım.
    Başkaları ne yaparsa yapsın.
    Bir internet, bir bilgisayar, bir hosting paramız olduğu sürece…

    Yazalım.
    Başkaları ne yaparsa yapsın.
    Biz gene de yazalım.

    🙂

  6. Biraz önce NTV’de Spartaküs belgeselinin sonlarını izledim. Sanırım bu konu için de anlamlı olur.

    Belgeselde Spartaküs, kendisiyle birlikte kaçan 77 köleye katılımların devam etmesiyle yüzbinleri bulan kişiye önderlik yaparak Roma ordusuna karşı geliyordu.

    .. Daha sonra güney İtalya’ya ilerlemek ve acımasız Crassus’la savaşmak zorunda kalan Spartaküs, savaş öncesi beraberindekilere şöyle diyordu:

    Efendileriniz için yaşamak değil, kendiniz için ölebilmektir özgürlük.

    Milattan önce 71’de söylenmiş bu söze kabaca 2000 yıl sonra alkış tuttum.

    Sunipeyk’in de gayet güzel özetlediği gibi başkaları ne yaparsa yapsın herkesin kendince yazması lazım.

  7. –konu dışı {
    Aslında, öncelikle http://www. sitesinin üst kısmı GTİ 😉 ile aynı..
    bunu bildirmek için açmıştım siteyi,
    yazı güzel olunca önce ona yorum yazayım dedim 🙂
    } / konu dışı —

    Editörün notu: Bu içerik hırsızı sitenin reklamını yapmamak için mesajınızdaki ismi silinmiştir.

  8. Hakkı Hocam (HC), tamamiyle bırakmayı değil ama yazma konusunda kulvar değiştirmeyi düşünmeye başladım. Hikaye ve şiir gibi. Bloga da dosya değeri taşıyacak büyük yazılar çıktıkça yazmayı düşünüyorum. Ama hiçbirşey tam net değil. Tek bildiğim bin tane makale yazmış biri olarak 10 yıl önce yazılı basında başlasaydım çoktan Türkiye’nin en çok okunan teknoloji / kültür sanat köşe yazarlarından olabileceğim 🙂
    Öyleyse bugün tüm yatırımı Internet sitesine yapmak veya sadece blog yazmak akıllıca değil.

    Evet bence çobanlık harika bir iş. Eğer Simyacı’yı okuduysanız onun nasıl koyunların dilini anladığını ve onlarla insandan öte iletişim kurduğunu hatırlarsınız. Doğrusu beynine çip takılmış ve her yaptığı kontrol edilen, insanlıktan çıkmış bir insan yerine, çipsiz bir koyunla arkadaş olmayı yeğlerim.

    Erdal, ne kadar doğru bir tespit. Bir meslek sahibi olmak başarıya ulaşmak yerine webin gelip geçen yüzlerinden birisi olmak hiç mantıklı değil. Zaten yazılanların en değerlisi alanında uzmanlaşanların bizlere aktardıkları değil mi?
    Yeni işinde de başarılar bol kazançlar dilerim.

    Çağatay, övülmek takdir edilmek çok güzel ama yapılan işlerin bilinirliğini ulaştığı kitleyi düşünmekte lazım. Hizmet mantığım değişmedi. Öğretmeye paylaşmaya devam. 🙂

    Ymungan, evet sen söylüyorsun benim bazı şeyleri anlamam yıllar alıyor. 🙂 Ama öğrendiklerim ve sunduklarım belki de buna değiyor.

    Sunipeyk, düşünüyorum da sen de ben de nerelerden geldik. Yaşımız elverdiği için BBSlerden başlayan tüm Internet’e şahit olduk. Ücretsiz web sitelerinde yazdık. Sonra domain / alan adı aldık. Okuduklarımız sevilir oldu. Tanındık. Aynı şekilde özel hayatımızın sitemizle alakası olmadığını düşündük. Sen ismini bile sunmadan yıllardır yazıyorsun ki bu alçakgönülüğü çok çok takdir ediyorum.

    Emremer, Spartaküs en duygulandığım ve en başarılı bulduğum filmlerden birisidir. Aynı zamanda tarihte en çok figüran kullanılmış filmdir.
    Yazmak özgürlüktür ama yazmamak ta özgürlüktür. 🙂

    Konu dışı verdiğin sitenin reklamı olmasın diye adresi sildim. İlgiliye fotoğrafı kendimin Kadıköy’den çektiğimi, hakkında yasal işlem başlatmadan derhal kaldırmasını istedim. Hırsızlık bir tane değil ki… Gün gelir bunun ne kadar adi bir iş olduğunu anlarlar. O zamana kadar mücadeleye devam

    Yazmak benim için yaşamanın bir parçası. Ama düşünüyorum. Sanırım yazacak başka şeylerim var. Bunlar ortaya çıkmak için, zihnimde müthiş bir basınç oluşturmaya başladılar. Ve biliyor musunuz? Yıllar sonra bu yazıyı dönüm noktası olarak göstereceğimi hissediyorum. Tıpkı bu siteyi ilk açtığım günkü yazı gibi. Umutluydum ve ne yazacağımı neler öğreneceğimi daha bilmiyordum. İşte yine hayatımda önemli bir dönemeçteyim.
    O ilk yazıyı yazdığımda yapayalnızdım. Şimdi etrafımda dostlarım var. Tartışabiliyorum. Öyleyse bir adım daha atmaktan çekinmemeliyim 🙂 Roman ve hikayelerimi yayınlamanın zamanı geldi.

  9. Emremer sitenin üstünde kullandığım çektiğim fotoğrafı izinsiz kullanan site sahibinin cep telefonunu bulup kendisiyle görüştükten sonra, üst resmi kaldırdı.

    Demek ki halen umut var. İnsanlar yanlışlarından dönebiliyorlar. Sadece bu bile çok önemli.

  10. Resim olayının çözüme kavuşmasına sevindim.

    – –
    Erdal Özdil, bu gibi http://arsiv.sabah.com.tr/2005/11/02/yaz1365-40-101.html yazılarla(?) Sabah’ın 3. sayfasında yıllarca yer alabiliyorsa, senin gibi sağlam blogcular hayli hayli köşe yazarı olur. Hatta iddia ediyorum ben bile Erdal Özdil’den 10 kat daha iyi yazarım.

    – –
    Anlaşılan o ki, bloglar artık Süleyman Sönmez’i kesmiyor 😉

    Bu bağlamda bir şey sormak ve söylemek istiyorum;
    Geçen ay ablam, kelimenin tam anlamıyla “pat diye” bir yerel bir radyoya gitmiş, şiir programı yapmak istediğini söylemiş. Şimdi teknik cihazları kullanmayı öğreniyor ve ilk deneme sunumunu yaptı bile.

    Demem o ki; Üç beş yazıyı 3-5 farklı gazeteye/dergiye/tv’ye göndermeyi denedin mi? Bazen ilk adımı insanın kendisi atması gerekekiliyor (bkz. rebelif) sonrası zaten geliyor.

    – –
    “Roman ve Hikayeler” haberine de bir hayli sevindim. “Teknoloji Kimin Umurunda”dan sonra “Güneşin Tam İçinde” gibi bir kitap daha görmek çok hoş olur.

  11. Bloglar bir bir kapanıyor. Bence kapanmaların ana sebebi, blog yazarlarının önceleri büyük umutlarla işe girişmeleri ancak bir süre sonra başlangıçta arzu ettikleri seviyeye gelememiş olmalarını farketmelerinden kaynaklanıyor. Bu da bir süre sonra ortalığın blog çöplüğüne dönüşmesine yol açıyor.

    Burada şu soruyu sormak yerinde olacaktır: Blog yazıyorum ama neden? Evet, bir blog yazarı öncelikle hangi konularda yazacağının değil, neden yazacağının cevabını verebilmelidir kendisine.

    Blog yazarları, bu işe başlarken genellikle şunları hayal ederler: Günlük yüzlerce, binlerce ziyaretçi, sanal alemde belli bir şöhret, saygı duyulan bir ağabey veya abla makamı, belki bir miktar da para.

    Blogunu açalı 2 yıl geçmiş olmasına karşın hedeflerine ulaşamamış blog yazarı sonunda maalesef insanlara küsüp blogunu kapatıveriyor.

    Blog yazan kişi, blogunun sürekliliğini sağlama konusunda kimsenin tavsiye ve telkinleri altında kalmadan evvela kendi kendini ikna etmelidir. Bu esnada blog yazmanın tek ve gerçek manada felsefesi “kişisel tatmini sağlamak” olmalıdır.

    Blog yazıyorum ama neden? Çünkü kendimi bu şekilde tatmin ediyorum. Bildiklerimi sokakta haykırmak istiyorum ama bana deli demelerinden korkuyorum. Bildiklerimi çevreme aktarmak istiyorum ama kimse beni ciddiye almıyor. Ve ben de işte bu nedenle blogumda yazıyorum. Kaç kişi okumuş umrumda değil. Kaç kişi yorum yapmış umrumda değil. Yüzlerce, binlerce kişinin okumasına gerek bile yok. Şayet yazdıklarımı bir kişi ciddiye alır ve bana gerçekten hak verirse/vermişse, işte benim için en büyük kazanç bu olacaktır.

    Ciddi blog yazarlarının felsefesi bu şekilde veya buna yakın olmalıdır.

    Bizler anonim kültürü çok zengin bir toplumun bireyleriyiz. Şan ve şöhrete kavuşamasak da, umduğumuz miktarda para kazanamasak da, yeterince ilgi göremiyor olsak da, bildiklerimizi, fikirlerimizi, deneyimlerimizi veya her türlü sosyal, kültürel, edebi, bilimsel çalışmalarımızı atalarımızın mirası bu anonim kültür denizimizin içine yavru bir balık gibi bırakıvermeliyiz.

    Nasıl olsa bir gün gelir, biz hiç göremeyecek, tanışamayacak, bilemeyecek olsak da birileri bizim yazdıklarımızdan istifade eder. İşte şahsımca blog yazıyor olmanın en büyük keyfi de burada yatmaktadır.

    Ne hakkında yazacağım? değil,

    Neden yazacağım?

YORUMUNUZ NEDİR?

Yorumunuzu yazınız
İsminizi Yazınız